28 Ocak 2009 Çarşamba

Slumdog Millionaire

Uzun zamandır bir filmi üç gün arayla 2 defa izlememiştim. En son Eskişehir-Ankara otobüs yolculuğunda Stardust'ı izlemiştim 2 gün önce izlemişken yaklaşık bir sene önce, zamanı nasıl net hatırladığımı sormayın. Claire Danes'i bir kez daha izlemek için laptopu çıkarıp izleyim diye düşünürken muavinin koyduğu film Stardust çıkmıştı.

Kader temalı filmlerde de tam böyle olur. Bir sonra olacak olay şu an olanla ilintilidir ve böyle filmlerde olacağı tahmin etmek bir çok filme göre daha kolaydır. Danny Boyle Slumdog Millionaire'de bu klişeyi bir parça eğlenceli hale getirmiş. Danny Boyle en baştan ne olacağı göstermiş, böylece izleyici filmin sonunda ne olacağını düşünmek yerine filmin tadını çıkarmakla yükümlü kalıyor çoğunlukla.

Film Kim 500 Milyar İster programının Hindistan ayağında günümüz zamanında, flashback'lerimiz 90'ların ortasında (zamanı tam veremiyorum, göremedim çünkü) Mumbai Bombay olmadan önce yani fakir Hindistan'da başlıyor. Konu basit, filmin sonu basit; eğitimsiz, kültürsüz, fakir bir çocuk ülkenin en popüler yarışmasında başarıya nasıl ulaşır? A) Hile yapar. B) Şanslıdır. C) Dahidir. D) Kaderinde vardır.

Başarıya ulaşma, kader, aşk üzerine onlarca film olmasına rağmen neden tutup da 8-9 Oscar adaylığına gösterilmiş ya da bir müzik blogunda anlatılmış onu bir sinema eleştirmeni daha iyi anlatır. Fırat'a sorsak 'azından öpmeli film öö midem bulandı' diye güzel bir özet verebilirdi pek tabii. Ya da benim ucuz yorumlarımdan biraz fikir edinip gaza gelmeye çalışabilirsiniz ki hoşuma gider bu.

Filmin büyük başarısında senaryonun inanılmaz güzelliği başrolde tabii ki, Simon Beaufoy'a başlı başına saygı duymak lazım bu noktada. Film hakkında çok fazla anlatıp da bazı güzellikleri ilk kez görünce gülümsemenizi istiyorum izlememişler için o yüzden çok da detaya girmemek lazım ama Amitabh Bachchan demek istiyorum hınzır hınzır gülerek. Yönetmenlik gerçekten çok başarılı, izlerken Hindistan'ın o anki halini anlayabiliyorsunuz, aslında bir çok yönden bizim ülkemize benzeyen taraflarından özellikle.

İşkenceyi, fakirliği, aşkı, arkadaşlığı çok da kanırtmadan anlatıyor yönetmen böylece dikkatiniz dağılmıyor ve filme daha çok odaklanıyorsunuz. Başta da dediğim gibi sonunu bilerek izlediğiniz bir filmi yaklaşık 2 saat boyunca hiç bitmesin dilekleriyle izliyorsunuz ve her anından çok etkileniyorsunuz.

Son olarak da İngiliz Bağımsız Sineması sözüm sana. Kore sinemasıyla birlikte değeriniz daha fazla bilinse kimse Hollywood filmi izlemez buna eminim. Bu vesileyle de Naked ve Mike Leigh'e bir selam çakalım.

Hiç yorum yok: