28 Ocak 2009 Çarşamba

The Haçienda

Her genç erkek birey hayatında en az bir kez bar açmayı düşünmüştür. How I Met You Mother'ın son bölümünde Ted'in ağzından duyup da onaylayabileceğiniz bir söz. Benim aklımdaki bar açma fikrini tetikleyen 24 Hour Party People ve Haçienda oldu açıkçası. Her gün kendi barınızda oturup içtiğinizi, takıldığınızı ve başka hiç bir işe gitmenizin gerek olmadığını düşünsenize.. Güzel bir hayal.

1982'de Tony Wilson bara çevirmeden önce aşağıdaki post etkileşimiyle önce Bollywood filmleri gösteren bir mekan sonra da ambar olarak kullanılan The Haçienda, Manchester'ın Madchester zamanının en önemli simgelerindendi. Tony Wilson'ın kanlarıyla (hasta adam) yaptığı sözleşmeyle sözde şirket Factory Records'a bağlı olan New Order'ın zamanında finanse ettiği mekan 1997'de kapandı, yerinde artık Haçienda Apartments var. Kurtlar atlamış (biraz da attırmış) yani anlayacağınız, müzik ruhunun üstüne. Yaşadığı zamanda Acid House ve Rave çalınan mekanın güzel anıları arasında Madonna'nın 1984'te Krallık taraflarında verdiği ilk konsere şahitlik etmek gibi güzellikler vardı. 2007 Ağustos'unda kaybettiğimiz Haçienda'nın eşyalarını son partiye katılan herkese bedava dağıtan Tony Wilson'ı kendi sözleriyle analım, onun gibilerin daha çok olması için dua edelim..

"The musicians own everything!
The company owns nothing!
All our bands have the freedom to fuck off."

Slumdog Millionaire

Uzun zamandır bir filmi üç gün arayla 2 defa izlememiştim. En son Eskişehir-Ankara otobüs yolculuğunda Stardust'ı izlemiştim 2 gün önce izlemişken yaklaşık bir sene önce, zamanı nasıl net hatırladığımı sormayın. Claire Danes'i bir kez daha izlemek için laptopu çıkarıp izleyim diye düşünürken muavinin koyduğu film Stardust çıkmıştı.

Kader temalı filmlerde de tam böyle olur. Bir sonra olacak olay şu an olanla ilintilidir ve böyle filmlerde olacağı tahmin etmek bir çok filme göre daha kolaydır. Danny Boyle Slumdog Millionaire'de bu klişeyi bir parça eğlenceli hale getirmiş. Danny Boyle en baştan ne olacağı göstermiş, böylece izleyici filmin sonunda ne olacağını düşünmek yerine filmin tadını çıkarmakla yükümlü kalıyor çoğunlukla.

Film Kim 500 Milyar İster programının Hindistan ayağında günümüz zamanında, flashback'lerimiz 90'ların ortasında (zamanı tam veremiyorum, göremedim çünkü) Mumbai Bombay olmadan önce yani fakir Hindistan'da başlıyor. Konu basit, filmin sonu basit; eğitimsiz, kültürsüz, fakir bir çocuk ülkenin en popüler yarışmasında başarıya nasıl ulaşır? A) Hile yapar. B) Şanslıdır. C) Dahidir. D) Kaderinde vardır.

Başarıya ulaşma, kader, aşk üzerine onlarca film olmasına rağmen neden tutup da 8-9 Oscar adaylığına gösterilmiş ya da bir müzik blogunda anlatılmış onu bir sinema eleştirmeni daha iyi anlatır. Fırat'a sorsak 'azından öpmeli film öö midem bulandı' diye güzel bir özet verebilirdi pek tabii. Ya da benim ucuz yorumlarımdan biraz fikir edinip gaza gelmeye çalışabilirsiniz ki hoşuma gider bu.

Filmin büyük başarısında senaryonun inanılmaz güzelliği başrolde tabii ki, Simon Beaufoy'a başlı başına saygı duymak lazım bu noktada. Film hakkında çok fazla anlatıp da bazı güzellikleri ilk kez görünce gülümsemenizi istiyorum izlememişler için o yüzden çok da detaya girmemek lazım ama Amitabh Bachchan demek istiyorum hınzır hınzır gülerek. Yönetmenlik gerçekten çok başarılı, izlerken Hindistan'ın o anki halini anlayabiliyorsunuz, aslında bir çok yönden bizim ülkemize benzeyen taraflarından özellikle.

İşkenceyi, fakirliği, aşkı, arkadaşlığı çok da kanırtmadan anlatıyor yönetmen böylece dikkatiniz dağılmıyor ve filme daha çok odaklanıyorsunuz. Başta da dediğim gibi sonunu bilerek izlediğiniz bir filmi yaklaşık 2 saat boyunca hiç bitmesin dilekleriyle izliyorsunuz ve her anından çok etkileniyorsunuz.

Son olarak da İngiliz Bağımsız Sineması sözüm sana. Kore sinemasıyla birlikte değeriniz daha fazla bilinse kimse Hollywood filmi izlemez buna eminim. Bu vesileyle de Naked ve Mike Leigh'e bir selam çakalım.

27 Ocak 2009 Salı

Tonight: Franz Ferdinand

Upuzun bir zamandır günde iki post görmemiş bu topraklar tatilin sarsıcı etkisine maruz kalmak üzere! Normal şartlar altında (0 santigrad derece ve 1 atm basinc altinda) staj nedeniyle Eryaman yolları taştan diyip o hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yolu 10 gün daha arşınlamak zorunda kalacak bünye şantiye şefinin usulüne uydururuz, sen defterini sadece imzalatmaya gel demesiyle gerçek bir 3 hafta tatile kavuştu. Böyle şefe can kurban. Ünsüz bir Türk düşünürünün (ben de düşünen bir hayvanım) sözleriyle bitirelim bu paragrafı: En iyi staj kremşantiyeli ve çilekli olandır!

Franz Ferdinand 2004 yılının ilk aylarında ortalığa bomba gibi düşen kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle ve özellikle Take Me Out single'ıyla (hoş beni Matineê vurmuştu ya) Avrupa festivallerinin gözde gruplarından olmuştu hemencecik. İkinci albüm çok gecikmedi, 2005'te gelen You Could Have It So Much Better grubu headliner mertebesine yükseltecek kalitede bir albüm oldu. 2. albümden çıkan özellikle Walk Away single'ı grubun melodik, retro, havalı müziğini oldukça iyi yansıttı.

İşin garip tarafı bu grubu tanıyıp da kötü, kaka, hıh gibi yorumlar yapan hiç zibidi olmaması. Zaman zaman çok iyi grupların bile hakkını vermeyen koyu fanatik müzik yorumcuları bile (yazar burada gözleri kararmış Radiohead'cilere çakıyor) Franz Ferdinand için çok harika, çok özgün, oh yeah, sex me baby gibi tanımlar kullanmaktan kaçınmıyorlar. (Sonuncuyu kullananı görmedim henüz ama olur zamanla.) O yüzden yeni Franz albümünü yerme gibi bir şansımız yok baştan bunu kabul edelim, kaza eseri kötü falan dersek müzik tanrıları bizi çarpar nemelazım.

Albüme kötü olmuş demeyecektim şimdi yanlış anlaşılmasın. Müzik zevkleri konusunda babamı bile tanımam, kime kalmış benim görüşümü değiştirme ayrıcalığı, hah. Radiohead de iyi gruptur zaten, benim derdim Radiohead'i dokunulamaz, eleştirilemez gören insanlarla ilgili, sanki müzik grubundan değil peygamberlerden bahsediyorlar. Thom Yorke kimi zaman burun kıvırdığınız Creep'i yapamasa belki de akıl hastanesindeki hocasına şiir yazıyor olacaktı, gerçi o zaman 2. Creep vakası olurdu. Kader kısmet.

Albüm yorumuna gelemedim saçmalamaktan. Albüm gayet iyi. Franz beyler blogda bir kaç kere belirttiğim gibi bir dans albümüyle geleceklerini zaten aylar önceden söylemişlerdi. Şimdi neden böyle oldu bunlar, gitarlar nerde diye eleştirmenin pek de manası olduğunu söyleyemeyeceğim. Özellikle mükemmel bas yürüyüşlerini dinleyerek gitar histerinizi giderebilirsiniz. Ha Take Me Out ayarında dans şarkısı var mı var, Ulyses. Walk Away ayarında büyük single'ı var mı var, Lucid Dreams. Albümün Matinee ayarında gizli kahramanı var mı var, Can't Stop Feeling. Fade Together tadında güzel mola yerleri var mı var, Katherine Kiss Me. Yetmedi mi, size Bite Hard veya What She Came For verelim, zıp zıp zıplayın. Daha ne?

Diyeceğim odur ki bu albüm olmuştur, belki ilk iki albümdeki Franz Ferdinand özgünlüğünden biraz uzaklaşmıştır fakat dans-rock birlikteliği için ortalamanın çok üzerinde bir değer taşımakta. Sadece bu kez birliktelikte dans dominant pozisyona geçmiş. Bol keseden yıldız dağıtmayan bir adam olarak 5 üzerinden 4 yıldızı vermekte sakınca görmüyorum. Gitarları biraz saklayalım mı, haydi dans pistine..

26 Ocak 2009 Pazartesi

Nostalji - Anılar 9

Bu aralar 90'lar nostaljisi yapmak çok moda. Tayfun Duygulu'dan Ozan Orhon'a, Burak Kut'tan Ah Canım Ahmet'e Okan Bayulgen'in Makina programında başlattığı akımla tekrar gündeme geldiler. Kendilerinin yerinde olsam ölmüş kariyerlerini canlandırmak için daha iyi bir zaman düşünemezdim. Aklın yolu bir, muhtemelen bu yıl içinde yeni gündeme gelen eski şarkıcılardan bir şeyler duymamız çok muhtemel.

Arkadaşlar arasında da konuşurken bu nostalji dalgası kendini hemen gösteriyor. 2000'lerde 20'li yaşlarını yaşayanlar elbet 60'ların nostaljisini yapacak değil ya. Yine de biraz erken geliyor bu nostalji hissi bana, daha dün dinlemiştik sanki Ortada Kuyu Var Yandan Geç'i, Bakkal Amca'yı. Topu topu 9 yıl geçti üzerinden ama bir yandan da o döneme emek vermiş kişileri onurlandırmak güzel bir davranış.

Bir de yabancı şarkılar var 90'larda anmamız gereken. Macarena'dan All That She Wants'a (kızın adı Zeynep) Mr Loba Loba'dan Mambo No.5'a çok güzel şarkılarla büyüdük 90'larda. Şimdi koyacağım albüm efsane Anılar 9 albümü değil belki ama hoşunuza gidecek bir şey. Radio 1'ın Established 1967 adlı toplamasında bir çok yeni grup 1967'den başlayarak her senenin hit şarkılarını yorumlamışlar çok da güzel olmuş. Bir de şu Corinne Bailey Rae adlı şahane zat var, bir ara da ona değinmek isterim uzun uzun. Tracklist'i de koyalım. Hadi bakalım.

1 "Flowers In the Rain" Kaiser Chiefs 1967
2 "All Along the Watchtower" The Fratellis 1968
3 "Cupid" Amy Winehouse 1969
4 "Lola" Robbie Williams 1970
5 "Your Song" The Streets 1971
6 "Betcha By Golly Wow!" Sugababes 1972
7 "You're So Vain" The Feeling 1973
8 "Band On the Run" Foo Fighters 1974
9 "Love Is the Drug" Kylie Minogue 1975
10 "Let's Stick Together" Kt Tunstall 1976
11 "Sound And Vision" Franz Ferdinand 1977
12 "Teenage Kicks" The Raconteurs 1978
13 "Can't Stand Losing you" Mika vs Armand Van Helden 1979
14 "Too Much Too Young" Kasabian 1980
15 "Under Pressure" Keane 1981
16 "Town Called Malice" Mcfly 1982
17 "Come Back And Stay" James Morrison 1983
18 "Careless Whisper" The Gossip 1984
19 "The Power ofLove" The Pigeon Detectives 1985
20 "Don't Get Me Wrong" Lily Allen 1986

1 "You Sexy Thing" Stereophonics 1987
2 "Fast Car" Mutya Buena 1988
3 "Lullaby" Editors 1989
4 "Englishman in New York" Razorlight 1990
5 "Crazy for you" Groove Armada 1991
6 "It Must Be Love" Paolo Nutini 1992
7 "All That She Wants" The Kooks 1993
8 "You're All I Need To Get By" Mark Ronson 1994
9 "Stillness in Time" Calvin Harris 1995
10 "No Diggity" Klaxons 1996
11 "Lovefool" Just Jack 1997
12 "Ray of Light" Natasha Bedingfield 1998
13 "Drinking in L.A." The Twang 1999
14 "The Great Beyond" The Fray 2000
15 "Teenage Dirtbag" Girls Aloud 2001
16 "Like I Love You" Maxïmo Park 2002
17 "Don't Look Back Into the Sun" The View 2003
18 "Toxic" Hard-Fi 2004
19 "Father And Son" The Enemy 2005
20 "Steady, As She Goes" Corinne Bailey Rae 2006

Bölüm 1 /Bölüm 2 / Bölüm 3
Şifre: S4L

24 Ocak 2009 Cumartesi

Starsailor Zamanı

Finallerin bitmesiyle içimizi kaplayan sevinç bu aralar sadece bununla sınırlı kalmıyor. 5. sezonu başlayan Lost özellikle finalleri biten öğrencilere 2. bayram yaşatıyor adeta. (Gazeteci geyiği yaptım) Dizilerin bu aralar başlamasıyla kalmıyor bu 2. bayram, bir çok grup şu an single çıkarma ve yeni albümlerini bitirme derdinde. Bunlardan biri de daha önce de bahsettiğim gibi Starsailor. Tell Me It's Over şu an bir çok radyoda dönmeye bşlayan ilk single olmakla birlikte aşağıya videosunu koydum, fena bir başlangıç değil. Bir de Starsailor'un Kasım ayında Fransa'da verdiği bir konseri koyuyorum kulaklar şenlensin diye.

Starsailor : Live in Terville
Le 112, Terville, France 2008-11-04

01 Speech pour les 2 ans du 112
02 Poor Misguided Fool
03 Alcoholic
04 Tell Me It’s Not Over
05 Fidelity
06 Speech
07 Fever
08 Boy In Waiting
09 Love Is Here
10 In The Crossfire
11 All The Plans
12 Keep Us Together
13 Tie Up My Hands
14 Silence Is Easy
15 Four To The Floor
16 Encore
17 Good Souls

http://rapidshare.com/files/171727005/S_2008-11-04.part1.rar
http://rapidshare.com/files/171707727/S_2008-11-04.part2.rar

23 Ocak 2009 Cuma

Same Mistake

Saw the world turning in my sheets
And once again I can not sleep
Walk out the door and up the street
Look at the stars beneath my feet
Remember rights that I did wrong
So here I go

Hello, hello

There is no place I cannot go
My mind is muddy but
My heart is heavy
Does it show
I lose the track that loses me
So here I go

And so I sent some men to fight
And one came back at dead of night
Said he'd seen my enemy
Said he looked just like me
So I set out to cut myself
And here I go

I'm not calling for a second chance
I'm screaming at the top of my voice
Give me reason, but don't give me choice
Cause I'll just make the same mistake again

And maybe someday we will meet
And maybe talk and not just speak
Don't buy the promises cause
There are no promises I keep
And my reflection troubles me
So here I go

I'm not calling for a second chance
I'm screaming at the top of my voice
Give me reason, but don't give me choice
Cause I'll just make the same mistake...

I'm not calling for a second chance
I'm screaming at the top of my voice
Give me reason, but don't give me choice
Cause I'll just make the same mistake again

.. Saw the world turning in my sheets
.. And once again I can not sleep
.. Walk out the door and up the street
.. Look at the stars
.. Look at the stars fall down...
.. And I wonder where
.. Did I go wrong.

indir

19 Ocak 2009 Pazartesi

Süper Güç U2

Akşam Ntv'de Barack Obama'nın başkanlık kutlamaları vardı. Bu konuda en güzel yorum Aceto'dan geldi: Amerika'nın yeni başkanının sünnet düğünü tadındaki kutlama töreni neden Türkiye'de naklen yayınlanır, nedir bu Obama sevgisi, anlamış değilim. Gerçekten de garip bir durum vardı akşam; Cumhuriyet kutlamalarını, Akp protestolarını yayınlamayan bir Türk (!) haber kanalı Amerika Başkanı'nı kutluyordu. Biz de kutlayalım madem, hayırlı olsun, kıçınıza başınıza kına yakın, Obama abiniz Ermeni Tasarısını kabul edince de bayram yaparsınız artık.

Süper güç Amerika müzisyenler için -özellikle Brit müzisyenler için- fethedilmesi kutsal sayılan topraklar bir nevi. Robbie Williams'ın senelerce uğraşıp başaramadıktan sonra kendini Euro Gay Pop'una adayışını hüzünle (hiç de üzülmedim) izledik. Amerikanlara sesini duyurabilen İngiliz grup sayısı gerçekten az. Muse'u yakından takip eden bir insan olarak son iki-üç senedir harcadıkları eforu uzaya harcasalardı yeni bir galaksi keşfedeceklerini iddia edebilirim. Son olarak Twilight filminin en eğlenceli yerlerinden birinde Supermassive Black Hole kullanılınca Muse Last.Fm'de birden bire Amerikanların etkisiyle toplam dinlenme listesinde Red Hot'u geçmeyi başardı. Hayırlı olsun ne diyelim.

Amerika'nın taparcasına sevdiği Brit gruplardan biri bildiğiniz üzere Coldplay. Diğeri ise bu işi senelerdir iyi kıvıran U2. Sadece Amerikan halkına yakın bir grup değil U2, Amerikan başkanlarının odasına girip çıkabilen, konserlerinden başkanı arayabilen, bununla eğlenen ve özellikle Afrika için Amerikan başkanlarını boğan bir grup. Thom Yorke'un Bono'yu Amerikan başkanlarının kıçını yalamakla eleştirdiği günlerdeki Bono'nun yanıtını yazmıştım; Afrika için Amerikan Meclisinden 6 Milyar Dolar ödenek çıkarmayı sıkıyorsa kendi başarsın.

Dün akşamki kutlamalar o yüzden U2, Bono ve Afrika için çok önemliydi. Bono'nun yeni Amerikan başkanını sıkıştırabilmesi için elbette ki sünnet düğününe katılması, hatta piyanist şantörlük yapması gerekecekti, öyle de oldu. Arada Afrika'yı ve Filistin'i anması da Bono gibi kurnaz bir adamın niyetini sezdiriyordu. Umarım Bono, Brian Eno'nun İsrail'e verip veririştirmesinin yanında durup iki çift laf da o eder sonraki günlerde. Bekliyorum.

Bu kadar konuşulan bir olayın sıcağını kaçırmadı U2. No Line on the Horizon'dan ilk şarkıyı hemen bu tüm Türkiye tarafından (!) konuşulan olayın ertesi günü piyasaya sürdü. Get On Your Boots adlı şarkıda U2 son 2 albümünden çok ayrı bir rota izlemiş, dinleyince göreceksiniz. Bakalım No Line On The Horizon U2'nun ikinci Pop başarısızlığı mı olacak yoksa bu sefer becerebilecekler mi? Bana 2. seçenek daha yakın görünüyor şimdilik. Buyrun yeni şarkı Get On Your Boots.

indir

Etti 2. Eh Blogger.

18 Ocak 2009 Pazar

Elma Psikolojisi



16 Ocak 2009 Cuma

Benimle paylaşmak ister misiniz?

Blog yazmaya başlamadan önce bloglarla çok ilgilenen bir insan değildim. İnsan günlük yaşantısını devam ettirirken -özellikle yalnızsa ve dışarı ev tercihi yaptığında ev ağır basıyorsa- gazete, tv, mizah dergileri, müzik dergileri ve internetin (ekşi sözlük çoğunlukla) yeterli olduğunu düşünüyor çoğunlukla. Hayat ilerlerken zamanın aktığını hissetmek, o günleri yaşadım demek sanırım amacımız.

Sıradanlaşan yaşantıda sıradanlığı gidermek için çocuk yaptığımızda, o çocuğa geçmişi anlatma hevesimiz herşey. Herkes annesi, babası geçmişte kendiyle bağdaştırabileceği bir şeyler yaptıysa övünmez mi? Örneğin babam 20li yaşlarında U2'yu keşfetmiş, onlarla büyümüş olsa bana nasıl haz verirdi anlatamam herhalde. Benim çocuğumun da aynı şeyleri bir Radiohead veya Muse için söylemesini isterim ya da Kadıköy'de kalede Pancu varken Fb'yi nasıl yendiğimizi ve o sırada ne hissettiğimi gururla dinlemesini isterim benden. Aceto'nun kendi çocuğuna Milan forması giydirip fotoğraf çekmesi gibi bir şey, geçmişinde olanı evladına aktarmak, eninde sonunda buraya çıkıyor yollar.

Konuyu bağlayamayacağımı biraz kestirdikten sonra şunu söylemeliyim. Bu yazıda olduğu gibi kişisel yazılar bloglarda çok daha değerli artık benim için. Çoğu blogu dolaştığımda -özellikle müzik bloglarında- bir ruhsuzluk, bezmişlik görüyorum. Link'i koy ve git. Her şey bu mu? Bu yazıyı okuyan kişi sayısı belki buradan download yapan insanların yarısı kadar bile olmayacak mesela. Çoğu kimse altta link var mı ona bakacak ve şimdiden söylüyorum ki altta link var. Güle güle dinleyiniz.

Orta yaş krizine girmiş bir adam gibi konuştum ne güzel. Bugün çok fena mutlu olmam lazım aslında, bitirme tezimi de verdim, okulun bitmesine bir adım daha attım. Ödediğim diyetler bir yere varacaksa emin ol yaşadığım hiç bir şey için sövmeyeceğim yukarıdaki, eğer varsan. Diyetleri boşuna verdiysem de canın saolsun adamım, hayatın adil olmadığını önceden öğrenmiştim. Neyse yukarıdaki sana kimseyi şirk koşmak istemem ama şimdi bloga koyacağım bu 31 dakika 1 saniyelik müzik demeye bin şahit isteyen müzik ötesi şeyi arkadaşlarımla, okuyanlarla paylaşacağım izninle. Bunu yapan gerçekten insan olamaz o bakımdan söylüyorum.

Bach - French Overture - Harpsichord - (Complete)

14 Ocak 2009 Çarşamba

Sıcak ülkenin sevdiği yabancılar

Daha önce bahsettiğim gibi kendi ülkelerinde pek ses getiremeyip ülkemizde çok sevilen bazı isimler var. Bu konuda başarılı bir milletiz aslında, şöyle listeye bakınca hiç fena da olmadığımızı söyleyebilirim. Listenin Brit ağırlıklı olması normal karşılanabilir, iyi müzik adadan çıksa da İngilizler ancak ona buna sataşan grupları seviyorlar. Muse'un bile Absolution'la tanınması durumun vahametini gösteriyor aslında. Gelin şöyle bi bakalım kimleri hatırlayabileceğiz. Hatırladıklarınızı eklemeniz nefis olacaktır.

JJ72 - Last.Fm istatistiklerinde JJ72'nun en çok dinlendiği ülke Türkiye. 2005 Rockİstanbul Festival'inde gül yüzlerini gerçek fanlarına gösteren topluluk 2006'da dağıldı. Özellikle October Swimmer bir ara ülkemizde gençliğin marşı haline gelmişti. Toplamda iki albümleri bulunan grubun Snow, Undercover Angel gibi birbirinden güzel şarkıları da mevcut. Hillary Woods gibi taş bir ablayı rüyalarımıza sokan grup sonradan kadrolarına başka taş bir abla Sarah Fox'u alarak devam etmişti. Saygıyla anıyoruz.

Starsailor - Brit Pop'un ülkemizde çok sevilen başka bir ismi de Starsailor. Alcoholic çıktığında aylarca radyo listelerinden inmemiş, Love Is Here'la hayatımızın gruplarından birini bulduğumuzu sanmıştık, yanılmışız. Sonraki albümlerinde bir türlü ses getiremeyen grubun yine de o albümlerde de arada derede güzel şarkıları vardır. Yeni albüm için stüdyoda bulunan grubun vokali James Walsh'la her Türk röportajcı bi kere futbol muhabbeti yapmıştır sanırım. Arkadaşlarım Odtü Stadyum'unda çift kale maç yaptıklarını anlatıolar grupla, ben daha bişey demiyorum.

Anathema - Yurdumu çok seven başka bir grup da Anathema. Başka ülkelerde bu kadar seviliyorlar mı bilmem ama ülkemizde bu kadar konser veren yabancı bir grup daha yoktur herhalde. Türkiye Turnesi işini abartıp akustik turneye çıkacak kadar tanınıyorlar ve kimsenin bundan şikayeti olduğunu sanmıyorum. Taksim'de ev tuttukları iddiaları ayyuka çıkmıştı bi ara, üniversite şenliklerine hiç girmedim bile.

Brainstorm
- "Letonya'da dogdu, Ankarali oldu, helal olsun sana, ooo Brainstorm!!" Saçma mı geliyor, öyle olsa bile gerçek. Radyo Odtü listelerini inanılmaz bir şekilde fetheden Letonyalı güzel grup Brainstorm Odtü'ye konsere geldiğinde böyle bir tezahuratla karşılandı. Şaşkınlıklarını gizleyemeyen elemanlar Odtü Dj'lerinden birinin (Gamze'ydi sanırım) kendilerini aradığında şok olduklarını ve teklifi kabul ederek konser vermeye geldiklerini şarkı arasında gülerek açıkladılar, sahneye o dj çıktı, tanıştılar, öpüştüler. Hayat ne garip, kuşlar vapurlar falan.


Inner
- MyPhilosophy desem size bişey ifade der mi? Furslide adlı grubun vokali Jennifer Turner Inner adlı yeni bir grup kurar. 2002'de yaptıkları 1 EP, 1 de albümle müzik hayatlarına son veren Inner, Radyo Eksen'in MyPhilosophy'yi sürekli gazlamasıyla Türkiye'de feci tanınır. Olay bu, evet.

Jay-Jay Johanson - Direkt o değil de bi Jay-Jay Okocha vardı hatırlar mısınız diye dalıcam. Fenerbahçe'nin en sevilesi yanlarından biridir benim için, bir Beşiktaş'lı olarak. Yalnız konumuz olan adamla sadece adları aynı. Birinin Nijeryalı diğerinin İsveçli olması ve ikisinin de dünya üzerinde en popüler oldukları yer Türkiye olması güzel bir ayrıntı. Johanson abimiz sık sık uğrayan isimlerden yurdumuza. Yamulmuyorsam H2000 festivalinde başka bir grup yüzünden izleyememiştim performansını aradan 7 sene geçmiş insan gidip özür diler dimi, en azından bir Far Away dinleyelim de keyfimiz yerine gelsin.

Unbelievable Truth - İçlerinde en ilginci belki de bu grup. Thom Yorke'un biraderi Andy Yorke'un eski grubu olan Unbelievable Truth Britanya'da iş yapmayınca 98 yılında dağıldı. Buraya kadar herşey normal. İlginç olan ve beni bu yazıyı yazmaya iten şey bu grubun Last.Fm sayfasındaki azmış Türkler. Grubun shoutbox'ındaki yorumların yarısı Türkçe ve
may the fans from Turkey be kind and explain how this band become popular there ya da they were popular in Turkey? Really? How come? gibi tepkiler alıyorlar. Grubun similar artists'inde zamanında Nazan Öncel, Manga gibi isimler bulunuyormuş. Şakaysa hiç komik değil ama ciddi ciddi efsane oldu benim gözümde. Yarılacaksınız buyrun tıklayın. http://www.lastfm.com.tr/music/Unbelievable+Truth/+shoutbox?page=2

12 Ocak 2009 Pazartesi

Big Mouth Strikes Again!

Hayattan kaçış yok. Blogu ne kadar çok sevsem de, sürekli paylaşmak istesem de zaman zaman ara vermek zorunda kalıyor insan. Bu sefer ki bahanemiz finaller. Oysa yılbaşından sonra çok gaza gelmiştim, her playlist neredeyse 50'ye yakın indirildi. Umduğumdan, beklediğimden çok daha iyi ve güzel rakamlar bunlar. Bakalım bu iki hafta idare edelim birbirimizi sonra eminim bir sürü materyal paylaşırız.

Hayatı uzun bir süredir kaçıran başka bir insanoğlu da Amy Winehouse. Daha önce uyuşturucular hakkında bişeyler yazmıştım, Amy için ne kadar üzüldüğümü belirtmiştim. Amy ise ders almış gibi görünüyor artık. 2009 başladığından beri uyuşturucu kullanmadığını ve kendini çok iyi hissettiğini açıklamış muhteşem sesli kadın.

''Elime gazeteleri aldım ve kendi halimden korktum'' diyerek uyuşturucuyu bundan sonra eline almayacağını açıklamış Amy Hanım ve fanlarına sevindirici haberi vermiş, buyrun kendi cümleleriyle okuyun:

"All I've done is read books, sunbathe and drink cocktails. But it's made me feel like concentrating on my career again.

Most nights I've done a few songs on the piano for a laugh but I'm starting to think about recording again. I want to capture how happy I am right now in some new songs."

Güzel bir haber diyorum ve sizi yeni ve güzel bir bloga yönlendiriyorum aynı konuyla ilgili.
http://jazzilebinbirses.blogspot.com/2009/01/amy-amy-amy.html

9 Ocak 2009 Cuma

Find Our Way To Freedom

Tv açıktı geçen gün. Ülkemin kendini güzide sanan başbakanı konuşuyordu yine fütursuzca. Kiminle konuştuğunu anlatıyordu tek tek, çok büyük maharetmiş gibi. Kasıla kasıla, biraz önce İngiltere Dışişleri Bakanı'yla konuştum, ondan önce de Almanya Başbakanı'yla konuşmuştum diye telefon külliyatını anlatmaya başlayınca geri kalanını ABD Kaymakamı, Bosna Hersek Valisi, Mısır Patlağı, Cezayir Menekşesi olarak duyuyordum sanki, öyle manasız.

Ülkemin basiretsizliği başbakanıyla sınırlı kalsa içim yanmazdı. Hoş kendi kardeşleri, milleti polisin elinde işkenceye maruz kalırken Alexis'e ayaklanan Yunanistan kadar tepki gösteremeyen insanım Filistin'de hakemsiz ve zamansız bir boks karşılaşmasında Mike Tyson karşısında köşeye sıkışmış zavallı bir adamı oynayan Filistin Halkı için ne kadar tepki verirdi.

Konya'da hala test uçuşlarına devam eden İsrail savaş pilotlarını ülkenin tek muhalefeti olan mizah dergileri olmasa nereden öğrenecektik, basınımıza, muhalefet partilerimize soralım ne dersiniz? İktidara sormak bile istemiyorum. İncirlik'teki ABD üssünün içine tek adım atılamazken, işkence uçakları vızır vızır inip kalkarken, Irak işgalinin ana üslerinden biri olmanın utancı üzerimizden kalkmamışken kimin ne haddine bu hükümete soru sormak! Onlar gündemi kendileri yazıp oynuyorlar zaten şu an bu hengamede Ergenekon davasıyla. Türk hukukunu elinde kukla yapan iktidar, kendisini de büyük patronun kuklası olarak görmekten gayet mutlu.

Tanrı'nın dünya üzerinde elini eteğini çektiği günlerde uyumak istiyorum. Türk milletine ayak uydurup gözlerimi kapamak istiyorum yıllardır oturduğumuz Akdeniz Caddesi'nde. Pardon değiştirilmiş süper ismiyle, artık Abdullah Gabdulla Tukay Caddesi'nde. Türk, öğün, uyu, güven. Bir de şu linke göz at:

http://www.unikampus.net/forum/showthread.php?t=19853

this is the last breath i can spare
and i don’t care enough to say something evil
‘cause i’ve really had my fill

find our way to freedom

7 Ocak 2009 Çarşamba

Post Punk'ın yeni neferleri - White Lies

''When Interpol met White Rose Movement flavoured with a Bravery touch.'' Yeni bir grubu taglemek, birilerine benzetmek zevkli iş. Baştaki cümleyi White Lies'ın Last.Fm sayfasında bir genç kız kurmuş. Başka bir cümle de Rolling Stone'dan ilintileyelim: ''Londralı White Lies, Joy Division, Echo and the Bunnymen ve Teardrop Explodes gibi kilit post-punk gruplarını en büyük ilham kaynakları olarak gösteriyor.'' Bir de Clash Music'ten gelsin: ''Like a gloom-laden Editors, or The Cribs had the Jarman brothers been obsessed by Depeche Mode as kids.''

U2'yu ilk çıktığında yeni Pink Floyd, Radiohead'i ise yeni U2 olarak tagleyen insanlar da olmamış değildi fakat müzik piyasasında devrim yaratmayacak eskilerin tekrarı grupları taglemek zor ve yanlış olmuyor. Grubu ilk dinlediğiniz andan itibaren karanlık müziklerinden, videolarından ve vokallerinden yeni Joy Division yaftasını yapıştıracaksınız zaten. Hatta bembeyaz suratlı vokal arkadaşımızın Ian Curtis öykünmesinin biraz fazlaya kaçtığına benim gibi kanaat getirebilirsiniz. Yine de Britler çıkan çok farklı bir şeymiş gibi Next Number One Artists / Next Mercury Prize Winners / The Next Biggest Band In The World şeklinde gazı veriyorlar alttan alttan.

Grup 2008 yılında yayınladığı 2 EP'nin yarattığı heyecan üzerine To Lose My Life adlı albümlerinin promosunu da çıkarmış durumda. 19 Ocak'ta tam olarak yayınlanacağı açıklanan albümlerinde Ed Buller ve Max Dingel gibi Glasvegas ve The Killers albümlerinin de prodüktörlüğünü yapan adamlar görev almış.

Bir de bu son Post Punk gruplarında siyah takımlar default olarak geliyor galiba diyip grubun yayınladığı EP'lerden en meşhurunu, Death'i arşivimize ekleyelim. EP'nin içinde geçen senenin en cool (!) grubu Crystal Castles ve Haunts'un da aynı şarkıya remixleri mevcut. En altta da albüme ismini veren track'in official videosuna bir göz atıp post punk gruplarınıza yeni bir tane ekleyebilirsiniz. Sizin bileceğiniz iş.

Death EP indir

5 Ocak 2009 Pazartesi

The Killers - Day & Age

Debut albüme bakarak bir grubun gidişatını kestirmeye çalışmak çok eğlenceli bir iş. Bir grup 2 yılda bir albüm çıkarıyorsa yeni albüm -tabi daha önceki şarkıları katmıyorlarsa işin içine- 2 yıllık bir meyvedir. Ama debut albüm bir müzisyenin küçüklüğünden beri biriktirdiği bütün müzikal bütünü içerdiği için belirleyici ve yol göstericidir. Ayrıca piyasaya yeni çıkan adam ilk önce bütün maharetlerini gösterip kendi seyircisini oluşturmak istediğinden ilk albümler dolu dolu ve büyük ihtimal de bir grubun en iyi albümü olur ki arkadaşlar arasında bunu ilk albümü aşamadılar abi sendromu olarak tanımlarız.

Bu girişi desteklercesine bir Keane örneği göstermek istiyorum. Hopes & Fears'la 2004'te inanılmaz bir çıkış yapıp 3 tane platinium (her milyon için bir tane veriliyor) kazanan Keane sonraki albümlerinde ilk albüme göre adeta çuvallamış durumda. Gerçi bunu Tom Chaplin'in uyuşturucu sorunlarına bağlayabiliriz fakat The Killers'ın böyle bir bahanesi de yok. İşin ironik tarafı bu bahsettiğimiz iki grubun son albümlerinin birbirine tarz olsun, sıkıcılık olsun bir çok yönden benzemeleri. The Killers'ın 2004 çıkışlı Hot Fuss albümü beni benden almış, şarkıdan şarkıya atlarken önceki şarkıya doydum mu acaba diye üzülürken bulurdum kendimi, şimdi elimizdeki malzemeye bakın bir de.

Day & Age'e 1 aydır sürekli şans vermeye çalışıyorum güzel bir yazı yazmak için. Dergileri okuyorum, 5 üzerinden 4 yıldız veriyorlar, tekrar şans veriyorum. Aşırı güzel şarkı Human'ı tekrar dinliyorum, albüme bir daha şans veriyorum. Yine röportajlarını okuyorum, çok havalı büyük bir iş yapmış gibi duruyorlar, tekrar dinliyorum. Biri lütfen bu albümde gerçekten ne olduğunu anlatabilir mi? Benim için bu albüm kendimi sıkarsam en fazla 2.5 yıldız verebileceğim bir albüm, 4 yıldızın nereden geldiğini biri söyleyebilir mi? 1 puan Human'a gitse, albümün geri kalanı toplam 1.5 puan bile edecek materyal barındırmıyor. Sam's Town'da bile en az 4 tane iyi şarkı sayabilecekken bir grubun gittikçe kötü albüm yapmasını neye bağlayabiliriz acaba?

O zaman şöyle diyeyim. Bu grubun çok büyük bir potansiyeli var, Hot Fuss'ta yeterince görmüştük zaten. Paraya, üne çok ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum şu an dergiler yeterince pohpohluyor zaten, o yüzden Brandon Flowers Türkçe biliyorsan beni iyi dinle; (ahaha) 2 yılda bir albüm yapmak zorunda değilsin arkadaşım. Albümün gerçekten olana kadar çıkma stüdyodan, o super cool havana güvenerek de yırtarım sanma. Birazcık Franz Ferdinand'ı örnek al, yoksa tek şarkılık albümlerinize dergiler de uyanır bir süre sonra. Adam ol ciğerimi ye.

3 Ocak 2009 Cumartesi

Morrissey - Years Of Refusal Geliyor

Baba geri dönüyor! Morrissey 2006 çıkışlı Ringleader Of The Tormentors albümünün ardından çıkardığı Greatest Hits'e koyduğu 2 yeni şarkıyla kalbimizi yeniden vurup yeni albüme yönelmişti. 16 Şubat'ta Polydor/Decca'dan yayınlanacağı açıklanan Years Of Refusal isimli albümün tracklisti ve kapağı böyle efendim. Şu an bu listeden 3-4 şarkı internet ortamlarında gezmekte ve babamız hiç de 'miserable' görünmemekte.. Aşağıda yeni şarkılardan I'm Throwing My Arms Around Paris var, kaçırmayın derim.

1. That's How People Grow Up
2. I'm Throwing My Arms Around Paris
3. Sorry Doesn't Help
4. When Last I Spoke To Carol
5. Mama Lay Softly On The Riverbed
6. I'm OK By Myself
7. Something Is Squeezing My Skull
8. Black Cloud
9. You Were Good In Your Time
10. I'm Looking Forward To Going Back
11. I Was Bully, Do Not Forget Me
12. One Day Goodbye Will Be Farewell

I'm Throwing My Arms Around Paris indir

edit: Blogger yine postu sildi fekat artık tedbirliyiz. Olan yorumlara oldu.

1 Ocak 2009 Perşembe

Duffy - Live At Somerset House, London, 2008

Bu kız çok hoşuma gidiyor. Tavrı, konuşması (bir Yasemin Mori örneğini düşününce özellikle), müziği, kıyafetleri, herşeyi çok fazla sevilesi. Ucuz popçulardan hiç deil, Amy Winehouse'un aklı yerinde olanı. Doğumgünümün son anlarında benim kendime hediyem, Duffy'nin bir Londra konseri. Kulaklara ziyafet.

Tracklist:

01.Syrup & Honey
02.Rockferry
03.Hanging On Too Long
04.Serious
05.Warwick Avenue
06.Breaking My Own Heart
07.Scared
08.Delayed Devotion
09.Stepping Stone
10.Tomorrow
11.Mercy _ Crowd
12.Cry To Me
13.Distant Dreamer
+
14.Interview - Duffy vs Johnny Rotten

indir