
Bugüne kadar çok uçuk derecede hasta bir U2 fanıyla tanışmadım. Tanıdığım onca insan arasından en fazla U2 dinleyen benim sanırım. Geçen gün bir kıza denk geldim sadece, o da Bono'nun karizmasıyla fazla ilgili olunca hevesim kırıldı. 2000 yılında olması lazım, bir Blue Jean sayısında Özlem'in yazısında, U2 dinleyen insanların yaş grubunun 30 civarı olmasından dert yanmıştı. 80 yılında U2 çıktığı zaman teenage olmaya geliyor söz yine dönüp dolaşıp. Bir de müziklerindeki derinliği kavrayabilecek kadar sabırlı olmaya bakıyor.
U2 bugüne kadar gördüğüm en fazla kabuk değiştiren, evrim geçiren grup. 90'ların sonuna doğru Pop'la yarattıkları hayal kırıklığından sonra, tekrar küllerinden doğmaları olağanüstüydü. U2'nun o zamandan Discotheque'le yapmaya çalıştığını günümüzde yapan bir çok grup olması doğru iz üzerinde olduklarını gösteriyor bugün, fakat o zaman için erkenmiş demek ki. Pop'tan dönüşten sonra çıkardıkları elektro gitarlar 2 tane devasa albüm yaratmaya yetti, sıradaki ise merak konusuydu. Takdir gördükleri yolu takip edip kolaya kaçmalarını bekliyordum, yanıldım. Onlar böyle güzel albümler yazsınlar, ben sonsuza kadar aynı müziği dinlemeye devam edebilirim.
Get On Your Boots'u ilk dinleyişlerimde, U2'nun son iki albüm aksine Pop süslü bir şeyler yaptığını tahmin etmiştim. Yenik düştükleri yolda bir kez daha savaşmayı göze alacakları meçhuldü, fakat bir grubun Frontman'i Bono'ysa, her türlü savaşa gireceklerini hissedebilirsin. Albümü döndürdüğümde ise farklı bir gerçek buldum, Get On Your Boots albümün açık ara en kötü ve en farklı şarkısı. 'Ben burada ne yapıyorum' diye bas bas bağırıyor adeta. Rolling Stone'un 5 yıldız verdiği albüme track by track bakalım:
Açılış şarkısı, yeni stadyum hit'i olacağı garanti, No Line On The Horizon'ın yanında Get On Your Boots şöyle anlatılabilir ancak: Tereyağlı iskender vs patates cipsi. Keza albümün devamı için de aynı sözleri söylemek mümkün. Kafadan gözüme giren, kelime anlamını hakeden Magnificent'da Bono ve ulubatlı Edge "I was born to sing for you" diye haykırırken, doğru diyorsunuz adamım diyorum istemsiz. Hemen bir sonraki track'te canınızı almayı bekleyen Moment Of Surrender'ı saatlerce döndürdüm geçen gün uyurken. Yaylılarıyla, vokalleriyle ve bitirici, öldürücü son solosuyla 8 dakika akıp gidiyor adeta. "I tied myself with wire / to let the horses roam free / playing with fire / until the fire played with me." Bu güzelliği yazan adamın "I've got a submarine / you've got gasoline" dediğini de unutmayalım Get On Your Boots'ta. Dediğim gibi ne arıyor bu şarkı burada, I'll Go Crazy if I Don't Go Crazy, StandUp Comedy gibi şarkıların arasında adeta bir utanç. Gözüme çarpan diğer bir güzellik de White as Snow. Bugün Eskişehir'i tamamen teslim alan karın altında otobüs beklerken defalarca döndürdüm, basılmamış karlara bastım ve mırıldandım:
Once i knew there was a love divine.
Then came a time I thought it knew me not.
Who can forgive forgiveness when forgiveness is not,
Only the land as white as snow...
Dinleyin, dinlettirin, bu güzelliği sadece 30 yaş üstüne bırakmayın.