22 Ağustos 2009 Cumartesi
Ephrat - No One's Words
ephrat'ın 2008 yılında yayınlanan ilk albümü no one's words, progressive rock/metal türüne ait, yılın en başarılı örneklerinden. porcupine tree, tool, riverside, king crimson, opeth ve niceleri gibi bugünün müziğinin bayağılaşması, kültürünün yozlaşmasına dert yanan müzik severlere ilaç olabilecek kalitede müzik yapan grupların peşisıra gelen ephrat'ın, kısmen dağınık ve konsept bir kimlikten uzak olmasına rağmen dinleyiciyi doyuran, dinleyicinin ufkunu açan ve kalite hissini yaşamasını sağlayan albümü no one's words; sonrasında gelecek albümlerin olası kalitesini şimdiden kanıtlamış olmalı. 59:38 çalma süresine sahip albüm, insideout etiketiyle piyasaya sunuldu.
ephrat'ın ilk eseri olan albümde genel bir konsept niteliği aramak çok da doğru olmayabilirdi. pain of salvation'dan tanıdığımız daniel gildenlöw'un da besteleyip kaydettiği bir parça (the sum of damage done) içeren albüm, steven wilson'ın hünerli elleriyle epey yoğrulmuş. sanat severe kalite hissinden önce, kaliteli bir kaydı tattırması, albumün mastering ve miksajında steven wilson'ın imzasının olmasıyla açıklanmalı. bilindiği üzere, steven wilson progresif müzik severler için bir dahidir. çoğu müzisyenin örnek aldığı, saygı duyduğu ve takdir ettiği bir müzisyen olmasından çok, yaratıcılığına rağmen tevazusunun ön plana çıkarılmasının gerektiğini düşündüğüm müzisyenlerdendir. öyle ki, no one's words albumünde back vokallerin bir kısmını da üstlenen steven wilson, gruptan daha önde gözükmemek adına resmi sitesinde ve grubun myspace sayfasında bundan bahsetmemiştir.
daniel gildenlöw ve steven wilson gibi iki dahinin, çalışmalarına dahil olduğu bir grubun, muhtemelen kaliteli müzisyenlerden ibaret olması gerekirdi zaten. albümdeki parçaları tek tek incelediğimizde, bahsettiğim kalite gerçekten zihinlere çarpacaktır; üstelik sadece bireysel performanslarla değil, ortaya konan eserlerle.
albüm toplamda altı parçadan ibaret (59:38). albümün tracklisti ise şöyle:
1. The Show (10:31)
2. Haze (7:13)
3. Better Than Anything (8:26)
4. Blocked (4:55)
5. The Sum Of Damage Done (9:36)
6. Real (18:58)
1.the show: ephrat'ın no one's words albümünün 10:31 çalma süresine sahip, açılış parçası the show ile, ephrat müzik dünyasının zirvesine bir merdiven dayamış diyebiliriz. hareketli bir sample ile açılan parça, aslında geneline bakarsak çok da sert olmayan yapısına, güçlü bir girizgahla davet ediyor dinleyiciyi. sonrasında parçanın temasına doğru bir çekim hissetmek mümkün, işte progresif müziğin sürükleyiciliği... özellikle lior seker'in parçadaki vokali, albümün sonraki parçaları için epey umut vaad ediyor. tema yerli yerine oturduktan sonra, başarılı bir progresif müzik eserinde olmazsa olmaz olan değişim rüzgarları, 5:45 itibariyle fırtınaya dönüşüyor. albumün tatlı sert mizacına rağmen, en dokunaklı kısımlarından biri başlıyor. dinleyiciyi epey saracağından şüphem yok.yan flüt ve akustik gitarın uyumu, diğer gitarların da katılımıyla geçiş temasını oldukça etkileyici kılmış gerçekten. parçada, teknik müzik yapma kaygısının güdülmediği hissediliyor.ancak böyle bir tema yaratmak için zaten tekniklerle desteklenmiş sağlam bir hayal gücü gerekirdi. omar ephrat, steven wilson'a yakışan bir arkadaş olduğunu kanıtlıyor böylece.
zamanın aksine, ters yöne doğru hızla yol alan dünyanın, maddiyat çemberinin ortasına çakılmış bir elma gibi dönmesinden bahsediyor; lakin geç kalmışlık iz sürmeli. şov devam ediyor!
2.haze: ephrat'ın no one's words albümünün 7:13 çalma süreli, ikinci parçası. albümün ilk parçası the show'daki gibi, aksak ve aksayan bir sample ile açılıyor parça; ardından cennetten kovulma bir kadının, paatos'un vokalisti petronella nettermalm'in sesiyle, etiketini alıyor.albümdeki diğer parçalara nazaran fazlaca dikkat çekiyor ilk dinleyişte. nistepen daha sert davul partisyonları, çeşitlemeler ve ölçü kaydırmalarla üzerinde çok çalışıldığını belli eden bir parça, haze. sabit bir tema üzerinde işlenen parça, kendini gitarlara emanet etmiş gibi görünüyor. ayrıca ölçü sonlarındaki küçük yanıltmalar ve sürprizler de parçayı daha hareketli bir moda sokmuş. davul ve bas gitarın uyumu sağlıklı bir alt yapı sunuyor. üzerine yığılmayan, özenle temaya devredilen gitarlarsa ephrat hakkında "olmuş!" dedirtiyor. ayrıca parçada kullanılan yaylılar ve tomer z'nin özenle seçtiği belli olan zil seti fazlaca dikkat çekiyor. kayıt kalitesi de üst düzeyde olunca, albumün en başarılı ve yaratıcılık mahsulü parçalarından biri orta çıkıyor.
konuk vokalist petronella nettermalm'ın vokali, gerçekten parçayı apayrı bir mertebeye ulaştırıyor.bir kadının en etkileyici yanı bekleyişini ve çaresizliğini olanca masumluğuyla sergilemesidir belki de, petronella nettermalm bunu epey etkileyici yansıtmış:
"come play with me..."
3.better than anything: ephrat'ın no one's words albumünün, 8:26 çalma süreli üçüncü parçası. grubun yaratıcılığının ön planda olduğu, muhteşem bir progressive metal eseri. dingin bir başlangıç; yerini isyan ve sonrasında kabullenmeye bırakan bir yapıya göre dizilmiş notalardan oluşması bir yana, çeşitliliği, doyuruculuğu ve progresiviteden ödün vermeyen yapısıyla apayrı bir şarkı better than anything. çalma süresi boyunca, duyguları bir mellotron misali olgun ama çocukça; bir balyoz gibi sert ve ustaca dövebilen bir ephrat eseri.
özellikle parçanın yapısı oldukça emek verildiğini belli ediyor. sürekli gelişen/değişen ve temaya hakim bir yürüyüş, itinalı bir tartım parçayı albümün en başarılı parçalarından kılıyor. özellikle tomer z'ye bir parantez açmak gerektiğini düşünüyorum. album kayıtlarında seçtiği davulun tonu, kayıtlara bu parçada bir başka oturmuş. tuşelerinin yürüyüşe hakimiyeti ve yaratıcılığıyla da blackfield'da çalmış bir davulcunun performans ve başarısını belli ediyor.
gitarlar oldukça hakim parçanın yürüyüşüne. duruş ve kalkış zamanlamalarında kendini belli eden itina, ephrat'ın aynı zamanda oldukça teknik elemanlardan kurulu bir grup olduğunun altını çizmekte. vokalleri incelediğimiz zaman, albumün son parçası ve şaheseri real'dan sonra, en etkileyici ve uyumlu ses yelpazesini fark ediyor dinleyici. lior seker, vokalinin gücüyle oldukça ön planda.
hayallerinden sıyrılmak durumunda kalan bir adamın durum değerlendirmesini oldukça hassas şekilde işlemeye çalışmış, başarmış da.
4.blocked: ephrat'ın no one's words albumünün, 4:55 çalma süreli dördüncü parçası. albümün tek enstrumentali olma özelliğini de taşıyan parça, açılışından itibaren kulaklara, oradan zihne ve nihayetinde duygular arasında inşa ettiği köprülerden azametle yürüyor. tomer z'nin başarılı performansının albumün geneline yayıldığını şimdiden kabul etmek abartı olmaz. durağan bir tema üzerinde, sololarla pekiştirilen ve adeta nakşedilen ezgileriyle blocked, duygulardan mantığa giden yolları tıkamakla mükellef gibi.
5.the sum of damage done: ephrat'ın no one's words albumünün, 9:36 çalma süreli beşinci parçası. öncelikle grubun vokalisti lior seker hakkındaki her şeyi ve omar ephrat'ın yaratıcılığını unutun. daha da önemli bir isim var karşımızda: daniel gildenlöw. parça ve vokal performansı bizzat daniel gildenlöw'e ait. başka bir değişle, yapım olarak bir ephrat parçası değil ancak icrasında ephrat elemanlarının kaliteli müzisyenler olması çok büyük bir artı.
daniel gildenlöw, pain of salvation'da yaptıklarının aksine çok daha farklı ve özgün bir parça hazırlamış albüm için. sarsıcı bir başlangıç, ardından yürüyüşü bir anda durduran akustik gitarla çalınmış dingin partisyonlar dizisi ve sonrasında... anlayacağınız daniel gildenlöw ephrat severleri progresif müziğe doyurmuş. şarkının değişmeyen tek parçası ismi demekte sakınca yok. ancak bu kadar yardımcı ve yan temayı harmanlamak ve birbirine bağlamak ancak daniel gildenlöw gibi insan üstü bir yaratıcılıkla bezenmiş bir müzisyenin eseri olabilirdi. parçanın vokalini başka bir vokalist de yapsa, eminim çoğumuz bu parçanın bir gildenlöw eseri olduğundan şüphe duymazdık.
parçanın teknik detaylarına girmek oldukça güç olur. çünkü zaten böylesine dahi bir müzisyenin eserinde her ayrıntı yerli yerinde olmalıdır ve parça gerçekten de teknik olarak çok üst seviyelerde. daniel gildenlöw'ün vokal performansı sadece parmak ısırtmakla kalmıyor, pain of salvation'un geleceği hakkında da fikirler veriyor. beş kısımdan oluşan parça, daniel gildenlöw'ün yalnızca ephrat'a hediyesi olmasa gerek. hayatın en çok sesli mozaiklerinden...
6.real: ephrat'ın no one's words albumünün, 18:58 gibi uzun bir çalma süreli altıncı ve son parçası, mutlak tanımıyla şaheseri. "sonu sürekli değişen masal nedir?" diye sorulsa cevabı oldukça basittir. hayatı, masal tadında anlatan ama dinleyenin keşfetmesini umduğum detaylarıyla bezeyen, bir türlü bitirilemeyen masalın, babanın çocuklarına aktarışını anlatan bir masal ya da şarkı. birinden birini tercih etmek gerekirse, kanımca bu parça bir masal tadında her şeyiyle. progresif müzik adına bir dönüm noktası, bir kilometre taşı olabilecek kadar düzenli ve muhteşem bir kurgu, teknik ve akıcı olduğu kadar duyguları körükleyen bir anlayış, yer yer babasından masal dinleyen bir çocuğun meraklı sükuneti ve karşınızda, real.
masalların başlagıçları genellikle belirsizdir, o sebepten yardımcı nesir kalıplar kullanılır. oysa ephrat'ın başarımı burada oldukça göze çarpmalı, muhteşem bir serim, inanılmaz bir düğüm, insanı parçanın başına sürükleyen bir çözüm. bu, aykırı ve sonu belirsiz bir masal aslında. ephrat grubunun belki de tarihinin en başarılı parçası olacak real, bundan korkmamak anlamsız olurdu. o derece mükemmel bir parçayla karşı karşıyayız.
öncelikle girişte akustik gitarla bas gitarın dansı, sonrasında savaş davullarını andırırcasına dörtnala koşmaya başlayan bir arap atı, mellotronon en nazik hali ve masal... ardından düğüm bölümünde işler karışıyor, başka bir tema parçaya hakim olurken, arka planda bir önceki temadan izler var.ardından geleceğe dönüş...07:54 itibariyle, progresif müziğin ne olduğunu ispatlayan bir anlayış, genelde techno türünde kullanılan bir sample ve muhteşem ama muhteşem bir sentez...çözüm yaklaşırken bastıran hüzün, bir müzisyen için doruk noktası kıvamında. duyguları allak bullak edecek kadar etkili ama bir o kadar da naif. özellikle tüm progresif müzik severlerin kaçırmaması gereken bir parça, real. ephrat'ın sanatının doruk noktası, masalı...
20 Ağustos 2009 Perşembe
the incident
eylul ayi cildirdi.. 14 eylul the resistance sonrasi 21 eylulde porcupine tree'nin son albumu the incident'in cikis tarihi olarak belirlendi.. the resistance'i sindiremeden ustune the incident bizi zorlayabilir fazlasiyla..
myspace sayfalarinda preview yayinlamislar 7 dakikalik.. internet sitelerindende kesin cikis tarihini verdiler.. artik bize isin en tatsiz kismi beklemek kaliyor.. ha beklerken hayal kurmak yasakmi? tabii ki degil.. yeni album, yeni turne, yeni turkiye'ye gelme umutlari demek.. tool,placebo, 1 kereligine de olsa muse geldi artik bunlari canli izlemedigim her gun bir kayip niteliginde.. duyun sesimizi insafsizlar.. tamam sakinim..
7 dakikadan sonra hemen bir on-yorum yaparsak saniyorum porcupine tree ''sentimental'' havasinni bir kenara birakmis ve ''in absentia'' ruhunu katmis olabilir bu albume.. 7 dakikada sen neler yapmissin be demeyin.. sizde dinleyin.. bana oyle geldi.. album kapagida tam bir el classico..
Eti Kekler:
demiycem,
pastel zarlar
17 Ağustos 2009 Pazartesi
volcano choir'dan çılgın single
bir takım sağlık sorunları nedeniyle internete pek giremesem de bon iver sempatizanlarına bu güzel haberi vermeden geçemedim ,
bon iver'in başka bi projesi olan volcano choir'ın yeni albümü eylül gibi yayınlanıcak , albümden çıkan ilk single island,IS geçenlerde yayınlandı .henüz 2-3 kere dinlemiş olsam da eylüle kadar sabretmenin cok kolay olmıycagını soyleyebilirim , umalım ki albüm internete daha erken düşsün eheh.
downlöööaad
16 Ağustos 2009 Pazar
pain of salvation
merak etmeyin son derece amacsiz olarak dream theater ile karsilastirmayacagim pain of salvation'u.. sadece ufak bi hatirlatma amacim..
yeni album mujdesi'nin uzerinden cok gecmeden yeni bir bomba daha salindi pain of salvation tarafindan.. son habere gore yeni album double album olarak piyasaya surulecek.. album icin studyo calismalari devam ediyor ve pain of salvation inceden hayranlarini mest etmek icin turnelerine yeni albumden 2 sarkiyi dahil etmisler.. gercekten o kadar dinledik ki albumleri artik yeni sarkilara cok ihtiyacimiz var.. hemde double albume iki defa ihtiyacimiz var.. tek korkum double album den sonra uzun bir sure ara vermeleri.. bu kadarda yuzsuz olabiliyorm zaman zaman.. geldikce daha cok gelsin istiyor insan..
son olarak flame to the moth ile bitirmek istiyorum.. ne sarki be.. youtube'a giremeyen buradan..
Eti Kekler:
demiycem,
pastel zarlar
15 Ağustos 2009 Cumartesi
Matt Pond PA
Mithra'nın canı sıkılmıştı.Adeta artık yeni şeyler dinlemek istiyordu.Bu aralar Arctic Monkeys'in yeni albümü haricinde,dinlediği yeni müzik yoktu.Ekşiye girmişti.Tesadüfen sol framede "az kişinin bildiği süper şarkılar" kısmından lg isimli şahsın görüşüne uyup Matt Pond PA'nın Amazing Life adlı parçasını indirmişti.Normalde başkalarının tavsiyelerine uyduğunda sukut-u hayale uğrasa da bu sefer olmuştu sanki.Matt Pond PA o zamanki ruh haline uygun güzel müzikler yapıyordu.Hemen araştırılmasına soyunulmuştu.
Matt Pond PA 98 yılında Philadelphia'dan çıkmış.Tecrübeli bir grup olarak adlandırılabilir.Grubun tabii ki en önemli kişisi Matt Pond.Vokallik görevini üstlenmekten başka şarkıları da kendisi yazıyor.The O.C adlı bir zamanın pek güzel dizisinin soundtrackinde de kendilerinin bir Oasis coverı olan "Champagne Supernova" bulunuyor.Bunun dışında da yanlış saymadıysam 7 tane albümleri bulunuyor şimdiye kadar.
Matt Pond PA'yı tanıyalı az süre olmasına rağmen listemde epey sıkıca duracağa benziyor.Hafif müzikleriyle sevgimi kazandı.Ekşide az kişinin bildiği şarkılar kategorisinde yer alan amazing life hakikaten çok güzel şarkıymış.Buradan "lg" şahsına teşekkürlerimi iletirim.Bunun dışında da The Freeep adlı Ep'leri ve Several Arrows Later adlı albümlerinin oldukça iyi olduğunu belirtmeliyim.
The Freep (2008)
01.Hearts and Minds
02.Our Braided Lives
03.Five
04.One and Only
05.Imperfect
06.Three
07.First Light
08.Amazing Life
09.One
The Freep'e buradan kendi sitelerinden ulaşabiliyoruz.
Several Arrows Later (2005)
01.Halloween
02.So Much Trouble
03.The Trees and the Wild
04.Several Arrows Later
05.It Is Safe
06.Emblems
07.City Song
08.From Debris
09.Brooklyn Stars
10.The Moviegoer
11.Spring Provides
12.Devil in the Water
Link
Last Light (2007)
01.Last Light
02.People Have a Way
03.Locate the Pieces
04.Wild Girl
05.Honestly
06.Taught to Look Away
07.Sunlight
08.Basement Parties
09.Until the East Coast Ends
10.Foreign Bedrooms
11.The Crush
12.Giving it All Away
13.It's Not So Bad At All
Link
Matt Pond PA 98 yılında Philadelphia'dan çıkmış.Tecrübeli bir grup olarak adlandırılabilir.Grubun tabii ki en önemli kişisi Matt Pond.Vokallik görevini üstlenmekten başka şarkıları da kendisi yazıyor.The O.C adlı bir zamanın pek güzel dizisinin soundtrackinde de kendilerinin bir Oasis coverı olan "Champagne Supernova" bulunuyor.Bunun dışında da yanlış saymadıysam 7 tane albümleri bulunuyor şimdiye kadar.
Matt Pond PA'yı tanıyalı az süre olmasına rağmen listemde epey sıkıca duracağa benziyor.Hafif müzikleriyle sevgimi kazandı.Ekşide az kişinin bildiği şarkılar kategorisinde yer alan amazing life hakikaten çok güzel şarkıymış.Buradan "lg" şahsına teşekkürlerimi iletirim.Bunun dışında da The Freeep adlı Ep'leri ve Several Arrows Later adlı albümlerinin oldukça iyi olduğunu belirtmeliyim.
The Freep (2008)
01.Hearts and Minds
02.Our Braided Lives
03.Five
04.One and Only
05.Imperfect
06.Three
07.First Light
08.Amazing Life
09.One
The Freep'e buradan kendi sitelerinden ulaşabiliyoruz.
Several Arrows Later (2005)
01.Halloween
02.So Much Trouble
03.The Trees and the Wild
04.Several Arrows Later
05.It Is Safe
06.Emblems
07.City Song
08.From Debris
09.Brooklyn Stars
10.The Moviegoer
11.Spring Provides
12.Devil in the Water
Link
Last Light (2007)
01.Last Light
02.People Have a Way
03.Locate the Pieces
04.Wild Girl
05.Honestly
06.Taught to Look Away
07.Sunlight
08.Basement Parties
09.Until the East Coast Ends
10.Foreign Bedrooms
11.The Crush
12.Giving it All Away
13.It's Not So Bad At All
Link
Eti Kekler:
Matt Pond PA
10 Ağustos 2009 Pazartesi
prenses kulvari & kacak
standart a bagli kalmamis isleri seviyorum.. kacak in esin iris ile duet yaptigi sarkiyi zaten gormussunuzdur mtv de.. prenses kulvari da inceden cikis yapmaya baslayan bir grup.. ovunc ile ortalikta beliriyorlar su siralar..ben begendim tarzlarini.. kacak ve esin iris'in soyledigi slogan yok iste gitar ve scream vocal ile mest ediyor yer yer..
Eti Kekler:
demiycem,
pastel zarlar
Reverend And The Makers - French Kiss In The Chaos
İngilizlerin müziğe en büyük katkıları Manchester'dan olmuştur sanırım, yoksa Liverpool mu demeliyim? Belki Radiohead'ciler de Bristol için bastırırlar ama kişisel favorim Muse'un ve Coldplay'in çıkış noktası da Devon. Bahsimiz bunlardan hiç biri değil şu an; üstüste iki yazımın, hatta belki de olsı bir Richard Hawley yazımın konusu olacak şehrin adı Sheffield. Sheffield United isimli güzide spor kulübünden de kulak aşinalığı olan Sheffield'ın hiç kuşkusuz bugüne kadar en büyük başarısını Arctic Monkeys getirdi. Ve onlardan sonra da hemen aynı türde müzik yapan leziz grup Reverend And The Makers geldi.
Reverend And The Makers başlangıçta ısmarlama bir proje olarak düşünülmüştü. Jon Mclure isimli frontman'imizin potansiyelinin farkında olan prodüktörler Arctic Monkeys gibi bir albüm yap da köşeyi dönelim önerisi getiriyorlar. Adamımız oralı olmuyor bu önerilere ama yaptığı şarkılar da bendini çiğneyip aşınca tamam diyor, yapalım bu işi. İlk albüm State Of Things turnayı hemen gözünden vuruyor. Özellikle Heavyweight Champion of The World single'ı Britanya'yı sağlam dans pistine çıkarıyor, pusudaki NME de yapıştırıyor next best thing etiketini. Dinlemeyenler varsa State of Things'i baştan sona öneririm, özellikle Arctic Monkeys'in albümünden hayal kırıklığı duyan ve bu grubu da ilk defa gören birileri varsa rahatlıkla söyleyebilirim ki sizin aradığınız şey State of Things. İlk 5 şarkısıyla normal bir birey otobüs beklerken bile kendisini funky hareketler yaparken bulur çok rahat söyleyebilirim. İngilizler sıradan bir debut albümünü 5 numaraya kadar satış listesine taşımaz, o yüzden referansları gayet sağlam.
2007'deki The State of Things'den bir yıl sonra grubun davulcusu Richy Westley huzursuzlanıp grubu bırakacağını açıklıyor, Jon McClure'un canı bu işe çok sıkılıyor, o da müziği bırakabileceğini söylüyor çeşitli medya kuruluşlarına ama bırakmıyor. 2009'un şu günlerinde elimize geçen French Kiss In The Chaos için Stuart Doughty alıyor drumstickleri eline, gitarlara da eski Milburn gitaristi Tom Rowley geçiyor. İlk albüm kadar başarılı görünmüyor, (satış grafikleri ancak 19.luğa çıkarabildi elemanları) elimizde pek de iyi bir albüm yok bu sefer. Sound olarak Arctic Monkeys'den daha çok Kasabian'ı andırıyor bu sefer Reverend And The Makers. İlk single Silence Is Talking bu seneki dans pistinin gediklilerinden biri. Mermaids'de Blur tadı geliyor ağızlara, tekrar birleşip ortalığı sallayan abilerimize de selam edelim bu vesileyle tekrar. Hidden Persuaders albümün en başarılı şarkılarından bir diğeri. Bir State of Things hastası olarak ona vereceğim rating 9'dur ve yine herkese tavsiye ederim. French Kiss In The Shadows'u ise vokalden memnun kalanlar dinleyebilir, ama başlangıç olarak tavsiye etmem. Tavsiye ettiğim 3 şarkıyı buluşturun bir yerlerden, geri kalan şarkılar yerine de Monkeys dinleyip son albümü sevmeye falan çalışın.
Reverend And The Makers başlangıçta ısmarlama bir proje olarak düşünülmüştü. Jon Mclure isimli frontman'imizin potansiyelinin farkında olan prodüktörler Arctic Monkeys gibi bir albüm yap da köşeyi dönelim önerisi getiriyorlar. Adamımız oralı olmuyor bu önerilere ama yaptığı şarkılar da bendini çiğneyip aşınca tamam diyor, yapalım bu işi. İlk albüm State Of Things turnayı hemen gözünden vuruyor. Özellikle Heavyweight Champion of The World single'ı Britanya'yı sağlam dans pistine çıkarıyor, pusudaki NME de yapıştırıyor next best thing etiketini. Dinlemeyenler varsa State of Things'i baştan sona öneririm, özellikle Arctic Monkeys'in albümünden hayal kırıklığı duyan ve bu grubu da ilk defa gören birileri varsa rahatlıkla söyleyebilirim ki sizin aradığınız şey State of Things. İlk 5 şarkısıyla normal bir birey otobüs beklerken bile kendisini funky hareketler yaparken bulur çok rahat söyleyebilirim. İngilizler sıradan bir debut albümünü 5 numaraya kadar satış listesine taşımaz, o yüzden referansları gayet sağlam.
2007'deki The State of Things'den bir yıl sonra grubun davulcusu Richy Westley huzursuzlanıp grubu bırakacağını açıklıyor, Jon McClure'un canı bu işe çok sıkılıyor, o da müziği bırakabileceğini söylüyor çeşitli medya kuruluşlarına ama bırakmıyor. 2009'un şu günlerinde elimize geçen French Kiss In The Chaos için Stuart Doughty alıyor drumstickleri eline, gitarlara da eski Milburn gitaristi Tom Rowley geçiyor. İlk albüm kadar başarılı görünmüyor, (satış grafikleri ancak 19.luğa çıkarabildi elemanları) elimizde pek de iyi bir albüm yok bu sefer. Sound olarak Arctic Monkeys'den daha çok Kasabian'ı andırıyor bu sefer Reverend And The Makers. İlk single Silence Is Talking bu seneki dans pistinin gediklilerinden biri. Mermaids'de Blur tadı geliyor ağızlara, tekrar birleşip ortalığı sallayan abilerimize de selam edelim bu vesileyle tekrar. Hidden Persuaders albümün en başarılı şarkılarından bir diğeri. Bir State of Things hastası olarak ona vereceğim rating 9'dur ve yine herkese tavsiye ederim. French Kiss In The Shadows'u ise vokalden memnun kalanlar dinleyebilir, ama başlangıç olarak tavsiye etmem. Tavsiye ettiğim 3 şarkıyı buluşturun bir yerlerden, geri kalan şarkılar yerine de Monkeys dinleyip son albümü sevmeye falan çalışın.
Eti Kekler:
reverend and the makers
9 Ağustos 2009 Pazar
radiohead bişeyler yapıyor!
aylar sonra thom yorke yeni albüm öncesi işe girişerek , geçtiğimiz günlerde 111 yaşında ölen son ingiliz 1.dünya savaşı gazisi harry patch ile aynı isimi taşıyan tribute tadındaki single'la geri döndü .
radio4'da eski bir röpörtajını dinlediği harry patchten ve onun savaş hakkındaki düşünce ve konuşma üslubundan çok etkilenen thom yorke , genel tarzlarının biraz daha dışına çıkarak , yeni albümde de kullanıcağının sinyallerini verdiği , sadece telli çagılar kullanılan bir orkestrayla şarkıyı kaydetmiş ve şarkıya ilahi-msi bi tını katmış . şarkının kaydının bir manastırda yapıldığı da grup tarafından verilen bilgiler arasında .
şahsi yorumum thom yorke'un björkle düeti i've seen it all kadar intaara sürükleyici ve ve 5 dakikalığına yaptığınız işi bıraktırıcı bi güçte oluşu , dolayısıyla diyebilirim ki gud cab tom hay fayf .
şarkıyı itunes'da 1dolara satışa sunup bütün geliri ingiliz gazi ve şehit aileleri derneğine bağışlamaya karar verilmiş , yani korsanını her zamanki gibi 24 saat içinde silme şartıyla *HEA* çattır çattır indirebilirsiniz kehekeh
lö korsan dö la şanson
youtube'a girebilenler için videosu
7 Ağustos 2009 Cuma
the gossip - çokacayip güzel çok da yeni çıkmamış ama eski de diyemiyceğimiz underrated albümleri, "music for men"
yazlıkta olmam sebebiyle uzun süredir güncel haberlerden ve bloglardan uzak kalmış olmam ve her yıl olduğu gibi yazlığın üzerimdeki en feci en lanet etkisi olan türk pop müziği dayatmasından biraz olsun uzaklaşabilmek ve eski halime kısmen de olsa dönebilmek için dedim ki bakalım yeni albümlere ne var ne yok ,
bir de ne göreyim !! gossip albümü çıkmış bile hem de tee haziranda..
huharca buldum repit linki bastım entıra obez bi amerikalının grand canyona yaptığı turistik bi gezi sırasında şans eseri mcdonald's bulmasının ardından yaşadığı şevki yaşar gibi . anlatabildim mi bilemiyorum ama o derece bi hırstı bu , çünkü 1 saat öncesinde arctic monkeys'in yeni albümünü indirmiştim , her ne kadar albüm ağustos sonu çıkıcak olsa da .. ve ilk dinleyişimde sıkıldığım bi albüm oldu , bu iyiye işaret değildi çünkü burda arctic monkeys'den bahsediyorduk dostum , onlar asla sıkıcı olmamalıydı , korktum sordum kendi kendime .. yoksa arctic monkeys de metric'e özenip 2009 büyük müzikal sıçış harekatına mı katılıcaktı?!?! ya da daha da kötüsü killers gibi şan şöhret yolunda şımarıp müziği 2. plana mı atıcaklardı ?!?
bu sorular kafamı karıştırırken dedim ki sakin olmalıyım 2. dinleyişe kadar beklemeliyim çünkü ilk dinleyiş her zaman güvenilir değildir . sanıyorum 1 aylık tatil beni olduğumdan daha da paranoyaklaştırmıştı ..
derken the gossip'in yeni albümü çıkageldi .. yağmurlu bir londra sabahında güneş gibi doğdu daha ziyade . music for men isimli bu albümü sizinle paylaşmadan edemedim .
ayrıca aylardır süren insanlar little boots'un tam olarak nesini seviyor da herkes bu kadar fan'ı merakım da tam gaz devam etmekte .
haydi öyleyse biraz indirelim ne dersiniz
iyi bayramlar diliyorum .
eksoekso , müğzikgörl
jj - jj n° 2
Sarışın sevmem, soğuktan nefret ederim ama neden hayallerimin ülkesi İsveç? Tabii ki müzik yüzünden; müzik beni bu hale getirdi. Yeni bir grup keşfediyorum, menşesi neymiş diye bakıyorum, karşıma %70 İsveç çıkıyor. Diyorum bu tesadüf değil; birbirimiz için yaratılmışız. Sonra aynaya bakıyorum, şüpheye düşüyorum. Ondan sonra yine bir grup buluyorum, yine İsveç çıkıyor, yine aynı sözleri sarfediyorum, yine aynaya bakıyorum, Hakan Kurşun'un dediği gibi dönüp duruyoruz. İşte bu kısır döngünün son ayağı jj.
jj hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Gizemli adam(lar). Grup mu, solo proje mi, bu bile muamma. Sincerely Yours firmasından çıkma ve İsveçli bir grup oldukları biliniyor, başka da bir şey bilinmiyor. Bir ben böyle gizemli olamadım valla. Yakından çıkar yeni bilgiler elbet. Gerçi öğrendiğimde başım göğe mi erecek, bilmiyorum. Ama güzel albüm yapmışlar ya, insan merak ediyor.
Tür olarak türlü spekülasyonlar var. Last.fm'de, sağda solda görebilirsiniz. Ben en çok dream pop'u yakıştırdım kendilerine hafif elektronik sosa bulanmış. Birazcık Beach House'a benzettiğim için de olabilir tabii bu. Albümde favorilerim Things Will Never Be The Same Again, Ecstasy ve My Hopes and Dreams.
1 Things Will Be Never The Same Again
2 From Africa To Malaga
3 Ecstasy
4 Are You Still In Valida?
5 My Love
6 Intermezzo
7 My Hopes and Dreams
8 Masterplan
9 Me & Dean
5 Ağustos 2009 Çarşamba
in the studio
facebook grubundan muse un studyo fotograflari yayinlandi gecen gunlerde.. the resistance in cikmasina daha 1 ay var ama, heycan yapmamak elde degil..
Eti Kekler:
demiycem,
pastel zarlar
1 Ağustos 2009 Cumartesi
4 Temmuz 2009 Dream Theater - Küçükçiftlik Park / İstanbul
Mike Portnoy'un, John Petrucci'nin forumlarında en ufak bi ihtimal mesajları beklenmiş, haftada 3-4 kez dreamtheater.net, ek$i sözlük ve dvk forumları aşındırılmış, sonunda güzel haber gelmiş ve doğrulanmıştı. 2 yıl aradan sonra Dream Theater 4. kez İstanbul'da olcaktı. Bunun üzerine de mayıs sonunda biletler alınmış, konser anı beklenmeye, setlistlere baksam mı bakmasam mı diye düşünmeye, sonra da dayanamayıp bakılmaya başlanmıştı tarafımdan.
Bu arada setlist bulmak istediğinizde www.setlist.fm'i şiddetle öneririm. Çok başarılı bir site. Siz de rahatlıkla ekleyebiliyorsunuz gittiğiniz konserlerin setlistlerini ve kendinize gittiğiniz konserlerden bir ajanda çıkarabiliyorsunuz, geçen günleri yâd ediyorsunuz.
Gün geldi, gittik güzel İstanbul'a. Her konserden sonra daha da seviyorum ben İstanbul'u. Sonum hayrola. Neyse.
Şehirde küçük bir gezintiden sonra, saat 4 gibi sıraya girildi; tam da sıra iyice kalabalıklaşmaya başlamadan biraz önce. Bol su tüketildi, birer de bira. Kafalar kıyaklaştırıldı. 6'da açılması gereken kapı 7 buçuğu geçtikten sonra açıldı, görevliler yuhalandı. Her şey olağandı yani.
Ön grup Cynic. Saat 20:30... 1-2 kez görmüştüm adlarını, büyük olasılık Dream Theater'ın ön grubu olarak çıktıkları konserlerden... Diskografilerini edindim sonra(ki biri '93(Focus) diğeri '08(Traced In Air) çıkışlı olmak üzere topu topu 2 albümleri var), bi bakılır di mi ön gruplara? Âdettendir. Baktım; öyle abartılcak bir şey bulamadım. Şimdi adını da hatırlamadığım 2-3 şarkıları oldukça başarılıydı ama diğer şarkılar içinde bana fazla yeni şeyler sunmadı, genel olarak sabit bir yapı içinde giden şarkıları var. O yüzden Cynic'te de fazla eğlenmedim, zaten amacım Dream Theater olduğu içni sahnede kaldıkları 45 dakika çok geldi bana. Hele sonlara doğru sahne arkasından "Aha Labrie'nin kafası... Lan Labrie el salla!", "Ahanda Petrucci. İyi şişmiş ayı" gibi cümleler sarf ettim. Cynic severler kızıcak bana ama evet çok sıkıldım. Küçükçiftlik Park'ın lunaparkına göndermede bulunarak "Bu aletler çalışıyor mı yoksa süs mü? Geldiğimde binmek isterim" cümleleriyle bir diyalog çabasına girdi solist ama hepsi bu kadardı. Çaldılar, indiler. Teknikleri gerçekten çok iyi, ses sistemleri ve kalitesi de bir ön grup için çok üst düzeydeydi ama hatırlatmak gerekir ki ilk albümleri 1993'te yayınlanan, baya sağlam bir kemik dinleyicisi bulunan bir grup Cynic. Yani fazla takılmayın onlar hakkında bu yazdıklarıma :)
Presence bitiyor ve efsanevî albüm Scenes From A Memory'den Beyond This Life başlıyor nefes almadan. Seyirci kopuyor. Oldukça uzun bir şarkı ama seyirci oldukça iyi dayandı hareketlilik anlamında ve nerdeyse şarkı boyunca yüksek bir katılımla eşlik etti gruba. Kişisel çalışlarda hiçbir sorun yok, sadece Petrucci'nin gitarı arada çok kısık, ama idare ediyoruz.
Sırada gecenin herkes için en büyük sürprizi Misunderstood. Six Degrees Of Inner Turbulance'ın ve belki de DT diskografisinin en deneysel şarkısı. Seyirci beni şaşırtarak bu şarkıya da baya bir tepki veriyor ve tekrar ümitleniyorum Türk Rock/Metal Müzik dinleyicileri açısından; zira bok atmayı pek seven ama aynı standartta iş yapmaya gelince bir o kadar bir bok yapmayan bir milletiz. Deneysel, dinazorvarî Petrucci solosu tıpkı albümdeki gibi çalınıyor saniyesi saniyesine, sadece aradaki solo gitar böğürtüleri yok o kadar.
Ve son albümden "N'olur çalsınlar n'olur yahu!!!" dediğim şarkı. İlk kez Bulgaristan'da, yani İstanbul'dan 3 konser önce çalınmış ve beni neşe sellerine boğmuştu; son albüm Black Clouds & Silver Linings'in açılış şarkısı A Nightmare To Remember(ANtR)! Albüm çıkalı nerdeyse bir hafta olmasına rağmen daha CD'yi almamış ve almadığım gibi CDriplerini de indirmemiştim. Bilen bilir, nete düşen(kaliteli ve kalitesiz olmak üzere)versiyonlarında girişi yoktu bu şarkının. Zönk diye giriyordu distortionlı bölümden. Bi baktık şarkı klavyeyle giriyormuş. Hmmm dedik tabi. Kütür kütür bir giriş ve işte bu şarkıda fark ettim ki şarkıları yedire yedire, acele etmeden, sindirerek sunuyorlar bize. Gayet güzel herşey... Taa ki Petrucci'nin yavaş bölüme girdiğinde akortunun bozuk olduğunu anlayana kadar. Bir "What da fuck?" mimiğiyle Petrucci akortu hemencecik düzeltmeye çalışıyor ama hem Petrucci'nin sinirleri altüst oluyor hem de seyirci "N'oluyoz lan?" moduna giriyor. Durum anlaşıldıktan sonra, holeyler, alkışlar gelse de Petrucci'ye destek amaçlı, işe yaramıyor, şarkı boyunca müthiş bir somurtkanlıkla çalıyor adamcağız. Gitarın bu hımbıllığı dışında şarkı sorunsuz geçiyor ve ben şarkının son bölümündeki Continuum kısmında iyice kendimden geçiyorum; gerçekten çok güzel bir bölüm ve melodi.
ANtR'dan sonra seyirciyi biraz sakinleştirmek için geliyor bizlere Akdeniz Akşamları'ndan bir Hollow Years. DT'yle alakalı olmayanların Space-Dye West ile birlikte en çok sevdikleri şarkısı. Girişte yumuşak bir Petrucci - Rudess bölümü ve sonra şarkıya giriş. Albüm versiyonunu değil, Budokan DVD'sinde de çaldıkları ve büyük olasılık şarkının orjinal hâlini çalıyorlar; şirket baskısı yüzünden piç olmuş versiyonu değil yani. Küçük bir ffark var gerçi, nakaratta bir mısra daha geçiyor o kadar. Ama o da ne? Yine Petrucci, yine bir sorun... Büyük olasılık Petrucci yanlışlıkla clean olan bölümde distortion'u açtı ve bir anda feedbackler, dip sesler bütün Küçükçiftlik Park'ı sardı ve büyük olasılık bir dakika boyunca da devam etti. ANtR'dan daha fenaydı burası, seyirci de baya rahatsız oldu bu sefer. Sorun yavaş yavaş giderildi yer ve sahne mixerları tarafından ama "Petrucci bitti artık" dedim ben kendi kendime, "ne bi mimik bekle artık ne bi sempatiklik..."
Gidenler hatırlar; 29 Haziran 2007 Dream Theater İstanbul Konseri'nde The Spirit Carries On'da teknisyen Petrucci'ye yanlış akortlu bir gitar vermiş ve şarkıyı piç etmişti resmen. Şarkı o efsanevî gitar solosuna gelene kadar gitarı değiştirip de anca yetişebilmişti garibim.
Daha sonra geldik Awake'in 15. yılı şerefine Awake şarkılarına. İlk önce Caught In A Web. Başta tanıyamadım şarkıyı aynı girmelerine rağmen, klâsik bütün diskografisini ezbere bildiğin grubun konserinde şarkıların adlarını unutma sendromu(sendroma gel hele). Başta Innocence Faded zannettim ama daha sonra çevredekilerin de yardımıyla kendime geldim ve şarkıya bırakabildim kendimi, diskografiyi kafamda tartmaktan vazgeçerek.
Daha sonra İstanbul konserinden önce çıktıklarında çaldıkları bir kaç konserin setlistinde gördüğümde çok şaşırdığım entrümantal dev Erotomania. Dinlemesi bi zevk, çalması ayrı(öhöm!). Petrucci'nin bu güzide "Gitar etüdünden şarkı yaptım hajı nasıl?" eseri benim için çok zevkli geçiyor ama seyirci baya sıkıldı bu şarkıda. İlla bir vokal ister zaten seyirciler. Hımbıllar :P
Erotomania'dan sonra Awake üçlemesi tamamlanıyor ve Voices'ın o müthiş bass gitar girişi bahanesiyle John Myung'a kulak veriyoruz. 2007 konserine göre çok daha iyi ve kaliteli bir bass ve davul sesi vardı konser boyunca, 2007 bu açıdan bir felaketti; hele ki hem setlistiyle hem de performansıyla hem de müthiş ses sistemiyle gözümde 27 Temmuz 2008 Metallica Konseri'nden sonra tek geçeceğim 2005 konserinden sonra(evet ayıptır söylemesi 3. DT konserimdi... öhöm nambır tu... evet. hı hı...). Voices'ta seyirci katılımı oldukça iyiydi, zaten forumlardan ve sözlükten takip ettiğim kadarıyla insanlar konserden önce de sonra da baya sevinmişti bu şarkının setlistte yer almasından.
Awake faslı kapanıyor ve bana beni anlatan şarkılar listemin zirvesinde yer alan ve tam bir "Haydi gelin Yengeç Burcu Erkeği'ni anlatalım" şarkısı olduğuna dair kalıbımı basacağım şarkı Solitary Shell başlıyor. Şarkı güzel güzel devam ederken Petrucci - Rudess atışma bölümü başlıyor ve yaklaşık 5 dakika böyle gidiyor. Benim için sorun yok, iki tane virtüöz karşımda bilete dahil pıtır pıtır atışıyorlar, onlar orda atışırken arkada Portnoy bagetini sahne mixerine fırlatıp, ondan geri gelen baget tekrar tutabilme oyununa başlıyor, ilkini beceremiyor, sonra yapıyor ve alkışı alıyor seyirciden. Ama forumlarda da okuduğum şarkı uygunsuzluğunun da haksız bir eleştiri olmadığını ekleyebilirim. Solitary Shell o sade hâliyle çok daha güzel ve bunun yanında DT'nin diskografisinde de bu konser setlistinde de atışma yeri açmak için çok uygun bir çok şarkı var. Yine de benim için hiç bir sorun olmadığından sesimi çıkarmadan, arada sırada Petrucci insafsızına kızarak(ayı nasıl da çalıyo ama ya)(çok şişmiş ama... hıh) şarkıyı tamamlıyoruz.
Daha sonra son albüm Black Clouds & Silver Linings'in ilk single'ı A Rite Of Passage(ARoP). Konserin parlayan yıldızı kesinlikle. Albümde dinlerken "O kadar çılgın bir şarkı değil yahu, abartmayalım lütfen beyler bağyanlar" desem de bu konsere kadardı. ANtR'da da anladığım gibi ARoP da sindire sindire çalındı ve çok başarılıydı gerçekten de. Seyircinin tepkisi albüm daha yeni çıkmasına rağmen müthişti ve nakarat hep bir ağızdan söylendi. Petrucci de konser boyunca ilk kol hareketini ara bölüm girişindeki riffte yaptı ve "Riff girdim ulan! Alkış yapın bağa! Sevgiye ihtiyacım var" dedi bize. Biz de "Horaley!" diye bağırdık ona.
Ve bisten önceki son şarkı. DT'nin Greatest Hit'i Pull Me Under. Konserin hâliyle katılım olarak en yüksek şarkısıydı ve bir çırpıda bitti gayet de uzun bir şarkı olmasına rağmen.
Kısa bir alkış faslından sonra hemen sahneye çıktılar ve Metropolis Pt. 1 girdi. Potbori mi yoksa tamamı mı diye düşüncelere gark olduk etrafımızdakilerle. Ben tamamı çalınsın isterdim halbusi. Bu bölümü de baya uzatınca umutlandım aslında bi ara ama ta ki Rudess bir Barış Manço havasıyla Zen Riffer'la ayakta vıjı vıjı klavye çalmaya başlayana kadar. Müthiş bir andı, yine Chaos In Motion turundan imrendiğim bir sahnedeydi ve iki tane virtüöz; başka bir deyişle AYI ayakta, kütür kütür atışıyorlardı. Sonradan insanlarla konuştuklarıma göre önde dinleyenler, yani paralı kısım(hıh size)(kaptığınız penalar kovalasın sizi) Rudess'i duyamamışlar ama biz kütür kütür duyduk valla; müthişti. Daha sonra yine Images And Words'ten bir efsane olan Learning To Live'e bağladılar Metropolis'i ve kısa bir süre sonra da bunu epik eser A Change Of Seasons'ın son bölümü olan Crimson Sunset'le potboriyi tamamladılar.
John Petrucci yaşadığı bir sürü probleme rağmen baya iyi dayandı. Bence teknisyeni hakkında bir düşünmeli.
Mike Portnoy yine en sempatik adamdı sahnedeki ve seyirciyi sıcak tutmak için elinden geleni yaptı.
Bol bol da tükürdü :)
Jordan Rudess yorgun muydu neydi anlamadım ama bariz bir "Bitse de gitsek" havasında olduğu açıktı. En aktif olduğu an son şarkıdaki Zen Riffer bölümüydü ve burda da zaten seyirciyle bir iletişime girmeden direk Petrucci'yi muhattap aldı.
John Myung hiç beklemediğim bir şekilde sempatikti. Bol saç savurmalı triplerine alışık bizlere uzak olmamıza rağmen bol bol mimik dağıttı, sahnede en çok gülen ve eğlenen adam oydu Portnoy'dan sonra. Bazen Portnoy'dan bile çok eğlendi hatta.
James Labrie standarttı, ne bir eksik ne bir fazla. Konser sırasında hissedilmese de daha sonra videolarda baktığım kadarıyla aslında baya da detone olmuş Labrie. Olsun. Kaşların yeter :P
Seyirciyi yine omuz omuza selamlayarak terk ettiler sahneyi.
Ve umutlarımız yine aynı turnede DT'yi bir kere daha görmeye kaldı.
Bu sefer The Count Of Tuscany ve The Best Of Times'ı dinleyebilmek için!
Bu arada setlist bulmak istediğinizde www.setlist.fm'i şiddetle öneririm. Çok başarılı bir site. Siz de rahatlıkla ekleyebiliyorsunuz gittiğiniz konserlerin setlistlerini ve kendinize gittiğiniz konserlerden bir ajanda çıkarabiliyorsunuz, geçen günleri yâd ediyorsunuz.
Gün geldi, gittik güzel İstanbul'a. Her konserden sonra daha da seviyorum ben İstanbul'u. Sonum hayrola. Neyse.
Şehirde küçük bir gezintiden sonra, saat 4 gibi sıraya girildi; tam da sıra iyice kalabalıklaşmaya başlamadan biraz önce. Bol su tüketildi, birer de bira. Kafalar kıyaklaştırıldı. 6'da açılması gereken kapı 7 buçuğu geçtikten sonra açıldı, görevliler yuhalandı. Her şey olağandı yani.
Ön grup Cynic. Saat 20:30... 1-2 kez görmüştüm adlarını, büyük olasılık Dream Theater'ın ön grubu olarak çıktıkları konserlerden... Diskografilerini edindim sonra(ki biri '93(Focus) diğeri '08(Traced In Air) çıkışlı olmak üzere topu topu 2 albümleri var), bi bakılır di mi ön gruplara? Âdettendir. Baktım; öyle abartılcak bir şey bulamadım. Şimdi adını da hatırlamadığım 2-3 şarkıları oldukça başarılıydı ama diğer şarkılar içinde bana fazla yeni şeyler sunmadı, genel olarak sabit bir yapı içinde giden şarkıları var. O yüzden Cynic'te de fazla eğlenmedim, zaten amacım Dream Theater olduğu içni sahnede kaldıkları 45 dakika çok geldi bana. Hele sonlara doğru sahne arkasından "Aha Labrie'nin kafası... Lan Labrie el salla!", "Ahanda Petrucci. İyi şişmiş ayı" gibi cümleler sarf ettim. Cynic severler kızıcak bana ama evet çok sıkıldım. Küçükçiftlik Park'ın lunaparkına göndermede bulunarak "Bu aletler çalışıyor mı yoksa süs mü? Geldiğimde binmek isterim" cümleleriyle bir diyalog çabasına girdi solist ama hepsi bu kadardı. Çaldılar, indiler. Teknikleri gerçekten çok iyi, ses sistemleri ve kalitesi de bir ön grup için çok üst düzeydeydi ama hatırlatmak gerekir ki ilk albümleri 1993'te yayınlanan, baya sağlam bir kemik dinleyicisi bulunan bir grup Cynic. Yani fazla takılmayın onlar hakkında bu yazdıklarıma :)
soldan sağa: John Myung, görünmeyen Mike Portnoy, James Labrie
15 dakikalık bir sahne düzenlemesi ve ışıklar kapanıyor ve Dream Theater sahnede. Seyirci içiçe, yer ayarlamaya çalışıyoruz kendimize ve önümüzdeki Tuborg standına güvenlik görevlilerinin bıdı bıdılarına rağmen yapışıyoruz, önümüz açık, sahneye sağ taraftan bakıyoruz ama her yerine de hakimiz. Giriş In the Presence Of Enemies Pt. 1'le yapılıyor. Pt.2'den çok daha fazla sevdiğim Systematic Chaos şaheseri. Pt.1 tam bir giriş şarkısı gerçekten, Chaos In Motion turnesinde de Pt.1 ve 2'yi çalarak girdikleri konserleri çok kıskanırdım, çok güzel oldu benim için. Video da var elimde ama malesef ses kalitesi berbat olduğu için koymuyorum. Müthiş bir intro solosundan sonra başlıyoruz DT ile birlikte akıp gitmeye, şarkıyı söylemeye. Ben klâsik konser manyaklığıma paralel olarak çığırmaya başlıyorum ve konserin ortalarından sonra her zamanki gibi diyaframım patlama noktasına gelicek, biliyorum ama durdurmak ne kelime kendimi, böyle düşündükçe daha da sapıtıyorum. Seyirci galeyanda, gayet iyi tepki veriyorlar gruba ve turnenin son ayağı olması nedeniyle yorgun olmalarına rağmen özellikle Portnoy ayağa kalkarak, el kol yaparak, lama gibi Petrucci'nin üstüne, anfilerine, oraya buraya tükürerek bizlere sevgisini gösteriyor(:P) Yalnız Petrucci biraz keyifsiz, suratsız, hımbıl bir havada. Bakıyor seyirciye ama 1-2 mimik dışında pek tepki yok. "Eyvah!" diyorum için için.Presence bitiyor ve efsanevî albüm Scenes From A Memory'den Beyond This Life başlıyor nefes almadan. Seyirci kopuyor. Oldukça uzun bir şarkı ama seyirci oldukça iyi dayandı hareketlilik anlamında ve nerdeyse şarkı boyunca yüksek bir katılımla eşlik etti gruba. Kişisel çalışlarda hiçbir sorun yok, sadece Petrucci'nin gitarı arada çok kısık, ama idare ediyoruz.
Sırada gecenin herkes için en büyük sürprizi Misunderstood. Six Degrees Of Inner Turbulance'ın ve belki de DT diskografisinin en deneysel şarkısı. Seyirci beni şaşırtarak bu şarkıya da baya bir tepki veriyor ve tekrar ümitleniyorum Türk Rock/Metal Müzik dinleyicileri açısından; zira bok atmayı pek seven ama aynı standartta iş yapmaya gelince bir o kadar bir bok yapmayan bir milletiz. Deneysel, dinazorvarî Petrucci solosu tıpkı albümdeki gibi çalınıyor saniyesi saniyesine, sadece aradaki solo gitar böğürtüleri yok o kadar.
Ve son albümden "N'olur çalsınlar n'olur yahu!!!" dediğim şarkı. İlk kez Bulgaristan'da, yani İstanbul'dan 3 konser önce çalınmış ve beni neşe sellerine boğmuştu; son albüm Black Clouds & Silver Linings'in açılış şarkısı A Nightmare To Remember(ANtR)! Albüm çıkalı nerdeyse bir hafta olmasına rağmen daha CD'yi almamış ve almadığım gibi CDriplerini de indirmemiştim. Bilen bilir, nete düşen(kaliteli ve kalitesiz olmak üzere)versiyonlarında girişi yoktu bu şarkının. Zönk diye giriyordu distortionlı bölümden. Bi baktık şarkı klavyeyle giriyormuş. Hmmm dedik tabi. Kütür kütür bir giriş ve işte bu şarkıda fark ettim ki şarkıları yedire yedire, acele etmeden, sindirerek sunuyorlar bize. Gayet güzel herşey... Taa ki Petrucci'nin yavaş bölüme girdiğinde akortunun bozuk olduğunu anlayana kadar. Bir "What da fuck?" mimiğiyle Petrucci akortu hemencecik düzeltmeye çalışıyor ama hem Petrucci'nin sinirleri altüst oluyor hem de seyirci "N'oluyoz lan?" moduna giriyor. Durum anlaşıldıktan sonra, holeyler, alkışlar gelse de Petrucci'ye destek amaçlı, işe yaramıyor, şarkı boyunca müthiş bir somurtkanlıkla çalıyor adamcağız. Gitarın bu hımbıllığı dışında şarkı sorunsuz geçiyor ve ben şarkının son bölümündeki Continuum kısmında iyice kendimden geçiyorum; gerçekten çok güzel bir bölüm ve melodi.
ANtR'dan sonra seyirciyi biraz sakinleştirmek için geliyor bizlere Akdeniz Akşamları'ndan bir Hollow Years. DT'yle alakalı olmayanların Space-Dye West ile birlikte en çok sevdikleri şarkısı. Girişte yumuşak bir Petrucci - Rudess bölümü ve sonra şarkıya giriş. Albüm versiyonunu değil, Budokan DVD'sinde de çaldıkları ve büyük olasılık şarkının orjinal hâlini çalıyorlar; şirket baskısı yüzünden piç olmuş versiyonu değil yani. Küçük bir ffark var gerçi, nakaratta bir mısra daha geçiyor o kadar. Ama o da ne? Yine Petrucci, yine bir sorun... Büyük olasılık Petrucci yanlışlıkla clean olan bölümde distortion'u açtı ve bir anda feedbackler, dip sesler bütün Küçükçiftlik Park'ı sardı ve büyük olasılık bir dakika boyunca da devam etti. ANtR'dan daha fenaydı burası, seyirci de baya rahatsız oldu bu sefer. Sorun yavaş yavaş giderildi yer ve sahne mixerları tarafından ama "Petrucci bitti artık" dedim ben kendi kendime, "ne bi mimik bekle artık ne bi sempatiklik..."
Gidenler hatırlar; 29 Haziran 2007 Dream Theater İstanbul Konseri'nde The Spirit Carries On'da teknisyen Petrucci'ye yanlış akortlu bir gitar vermiş ve şarkıyı piç etmişti resmen. Şarkı o efsanevî gitar solosuna gelene kadar gitarı değiştirip de anca yetişebilmişti garibim.
Daha sonra geldik Awake'in 15. yılı şerefine Awake şarkılarına. İlk önce Caught In A Web. Başta tanıyamadım şarkıyı aynı girmelerine rağmen, klâsik bütün diskografisini ezbere bildiğin grubun konserinde şarkıların adlarını unutma sendromu(sendroma gel hele). Başta Innocence Faded zannettim ama daha sonra çevredekilerin de yardımıyla kendime geldim ve şarkıya bırakabildim kendimi, diskografiyi kafamda tartmaktan vazgeçerek.
Daha sonra İstanbul konserinden önce çıktıklarında çaldıkları bir kaç konserin setlistinde gördüğümde çok şaşırdığım entrümantal dev Erotomania. Dinlemesi bi zevk, çalması ayrı(öhöm!). Petrucci'nin bu güzide "Gitar etüdünden şarkı yaptım hajı nasıl?" eseri benim için çok zevkli geçiyor ama seyirci baya sıkıldı bu şarkıda. İlla bir vokal ister zaten seyirciler. Hımbıllar :P
Erotomania'dan sonra Awake üçlemesi tamamlanıyor ve Voices'ın o müthiş bass gitar girişi bahanesiyle John Myung'a kulak veriyoruz. 2007 konserine göre çok daha iyi ve kaliteli bir bass ve davul sesi vardı konser boyunca, 2007 bu açıdan bir felaketti; hele ki hem setlistiyle hem de performansıyla hem de müthiş ses sistemiyle gözümde 27 Temmuz 2008 Metallica Konseri'nden sonra tek geçeceğim 2005 konserinden sonra(evet ayıptır söylemesi 3. DT konserimdi... öhöm nambır tu... evet. hı hı...). Voices'ta seyirci katılımı oldukça iyiydi, zaten forumlardan ve sözlükten takip ettiğim kadarıyla insanlar konserden önce de sonra da baya sevinmişti bu şarkının setlistte yer almasından.
Awake faslı kapanıyor ve bana beni anlatan şarkılar listemin zirvesinde yer alan ve tam bir "Haydi gelin Yengeç Burcu Erkeği'ni anlatalım" şarkısı olduğuna dair kalıbımı basacağım şarkı Solitary Shell başlıyor. Şarkı güzel güzel devam ederken Petrucci - Rudess atışma bölümü başlıyor ve yaklaşık 5 dakika böyle gidiyor. Benim için sorun yok, iki tane virtüöz karşımda bilete dahil pıtır pıtır atışıyorlar, onlar orda atışırken arkada Portnoy bagetini sahne mixerine fırlatıp, ondan geri gelen baget tekrar tutabilme oyununa başlıyor, ilkini beceremiyor, sonra yapıyor ve alkışı alıyor seyirciden. Ama forumlarda da okuduğum şarkı uygunsuzluğunun da haksız bir eleştiri olmadığını ekleyebilirim. Solitary Shell o sade hâliyle çok daha güzel ve bunun yanında DT'nin diskografisinde de bu konser setlistinde de atışma yeri açmak için çok uygun bir çok şarkı var. Yine de benim için hiç bir sorun olmadığından sesimi çıkarmadan, arada sırada Petrucci insafsızına kızarak(ayı nasıl da çalıyo ama ya)(çok şişmiş ama... hıh) şarkıyı tamamlıyoruz.
Daha sonra son albüm Black Clouds & Silver Linings'in ilk single'ı A Rite Of Passage(ARoP). Konserin parlayan yıldızı kesinlikle. Albümde dinlerken "O kadar çılgın bir şarkı değil yahu, abartmayalım lütfen beyler bağyanlar" desem de bu konsere kadardı. ANtR'da da anladığım gibi ARoP da sindire sindire çalındı ve çok başarılıydı gerçekten de. Seyircinin tepkisi albüm daha yeni çıkmasına rağmen müthişti ve nakarat hep bir ağızdan söylendi. Petrucci de konser boyunca ilk kol hareketini ara bölüm girişindeki riffte yaptı ve "Riff girdim ulan! Alkış yapın bağa! Sevgiye ihtiyacım var" dedi bize. Biz de "Horaley!" diye bağırdık ona.
Ve bisten önceki son şarkı. DT'nin Greatest Hit'i Pull Me Under. Konserin hâliyle katılım olarak en yüksek şarkısıydı ve bir çırpıda bitti gayet de uzun bir şarkı olmasına rağmen.
Kısa bir alkış faslından sonra hemen sahneye çıktılar ve Metropolis Pt. 1 girdi. Potbori mi yoksa tamamı mı diye düşüncelere gark olduk etrafımızdakilerle. Ben tamamı çalınsın isterdim halbusi. Bu bölümü de baya uzatınca umutlandım aslında bi ara ama ta ki Rudess bir Barış Manço havasıyla Zen Riffer'la ayakta vıjı vıjı klavye çalmaya başlayana kadar. Müthiş bir andı, yine Chaos In Motion turundan imrendiğim bir sahnedeydi ve iki tane virtüöz; başka bir deyişle AYI ayakta, kütür kütür atışıyorlardı. Sonradan insanlarla konuştuklarıma göre önde dinleyenler, yani paralı kısım(hıh size)(kaptığınız penalar kovalasın sizi) Rudess'i duyamamışlar ama biz kütür kütür duyduk valla; müthişti. Daha sonra yine Images And Words'ten bir efsane olan Learning To Live'e bağladılar Metropolis'i ve kısa bir süre sonra da bunu epik eser A Change Of Seasons'ın son bölümü olan Crimson Sunset'le potboriyi tamamladılar.
John Petrucci yaşadığı bir sürü probleme rağmen baya iyi dayandı. Bence teknisyeni hakkında bir düşünmeli.
Mike Portnoy yine en sempatik adamdı sahnedeki ve seyirciyi sıcak tutmak için elinden geleni yaptı.
Bol bol da tükürdü :)
Jordan Rudess yorgun muydu neydi anlamadım ama bariz bir "Bitse de gitsek" havasında olduğu açıktı. En aktif olduğu an son şarkıdaki Zen Riffer bölümüydü ve burda da zaten seyirciyle bir iletişime girmeden direk Petrucci'yi muhattap aldı.
John Myung hiç beklemediğim bir şekilde sempatikti. Bol saç savurmalı triplerine alışık bizlere uzak olmamıza rağmen bol bol mimik dağıttı, sahnede en çok gülen ve eğlenen adam oydu Portnoy'dan sonra. Bazen Portnoy'dan bile çok eğlendi hatta.
James Labrie standarttı, ne bir eksik ne bir fazla. Konser sırasında hissedilmese de daha sonra videolarda baktığım kadarıyla aslında baya da detone olmuş Labrie. Olsun. Kaşların yeter :P
Seyirciyi yine omuz omuza selamlayarak terk ettiler sahneyi.
Ve umutlarımız yine aynı turnede DT'yi bir kere daha görmeye kaldı.
Bu sefer The Count Of Tuscany ve The Best Of Times'ı dinleyebilmek için!
Setlist:
In The Presence Of Enemies Pt. 1
Beyond This Life
Misunderstood
A Nightmare To Remember
Hollow Years
Caught In A Web
Erotomania
Voices
Solitary Shell
A Rite Of Passage
Pull Me Under
------------------------------------
Medley: Metropolis Pt. 1 / Learning To Live / A Change Of Seasons(Crimson Sunset)
In The Presence Of Enemies Pt. 1
Beyond This Life
Misunderstood
A Nightmare To Remember
Hollow Years
Caught In A Web
Erotomania
Voices
Solitary Shell
A Rite Of Passage
Pull Me Under
------------------------------------
Medley: Metropolis Pt. 1 / Learning To Live / A Change Of Seasons(Crimson Sunset)
Arctic Monkeys - Humbug
Yazının başlığını çok düşünmedim aslında, albümü 3. ve 4. dinleyişimden sonra aynı başlık geliyordu gözümün önüne: Arctic Monkeys: Çocuklar büyüyor. Yine de bu kadar süredir beklenen bir albüm için subjektif bir başlık yerine albüm ismini koyayım dedim sonra. En alt kısma inip link arayanlara torrent sitelerini öneririm yine, zira albüm çıkma tarihlerinden genelde 1 ay önce neredeyse mükemmel kalitede düşüyor kayıtlar. Kurtuluşu ne olacak bu işin hep beraber göreceğiz.
Alex Turner The Last Shadow Puppets projesiyle turnayı gözünden vurdu 1-1.5 senedir. Miles Kane ile oluşturdukları etkili oluşum kabına sığmadı, yan projeden çıktı turnelere döküldü. Bana sorarsanız Arctic Monkeys'den çok daha öteydi yaptıkları iş. Çok büyük bir Monkeys fanı olmasam da gençleri duyar duymaz sevdim ama yaptıkları iş punk altı yüksek enerjili indie rock müzikti sonuç olarak ilk iki albümde. Aynı işi The Libertines'de de beğendik, Monkeys'den sonra olsa da Reverend And The Makers'da da beğendik. Shadow Puppets'da duyduğumuz ise gerçekten orjinale yakın bir müzik, yüreğin bir parçasına dokunan, müzik tarihinin ucunda da olsa bahsedilebilecek bir albüm. Belki de bu yüzdendir Alex'ci tayfa The Age Of Understatement ile keyiflenirken Monkeysciler telaşlandı grubu kaybedebilecekleri için. Ama görünüşe göre grup da büyümeye karar vermiş Alex'in yolunda.
Albümün prodüktörlüğünü Queens Of The Stone Age'den Josh Homme'un yapması eminim ki çoğu kişiyi heyecanlandırdı. Şu an piyasanın en yetenekli adamlarından biri olarak anılmasının yanında dehasını kimse tartışma gereği duymuyor. Kendisi albüm kayıtları sırasında yaptığı açıklamalarda kafamızı biraz daha yamulttu:
Albümün prodüktörlüğünü Queens Of The Stone Age'den Josh Homme'un yapması eminim ki çoğu kişiyi heyecanlandırdı. Şu an piyasanın en yetenekli adamlarından biri olarak anılmasının yanında dehasını kimse tartışma gereği duymuyor. Kendisi albüm kayıtları sırasında yaptığı açıklamalarda kafamızı biraz daha yamulttu:
''Kaydederken Hendrix ve Cream dinliyoruz ve yaptığımız iş Black Sabbath koleksiyonundan çıkmış gibi duruyor.''
Albümün açılışıyla kendisini hissettiren bu sert havanın hangi yörelerden çıktığı hakkında bir fikir oluşturuyoruz böylece. My Propeller alıştığımız hızlı Monkeys açılışlarından biriyle karşılamıyor bizi, ama karşımızda Shadow Puppets da yok. Vokallerine Caleb Followill geçse rahatlıkla Kings Of Leon yapmış diyebileceğim bir şarkı, seksi, biraz karanlık ve daha olgun. Hemen arkasından ilk single Crying Lightning geliyor, Favorite Worst Nightmare'in yoluna en yakın isim albümde. Nakarattan sonra patlayan gitar ve davullar ve alışılmamış gitar solosu grubu indie'den çıkarıyor, Arctic Monkeys artık bir rocknroll grubu. Hemen bozulmayın eski fanatikler, Dangerous Animals sizin için yazılmış, Fake Tales Of San Francisco'nun Humbug versiyonu, biraz daha ciddisi. Sharpen the heel of your boot, and you press it to my chest and you make me wheeze, and to my knees you do promote me. Büyüyorlar demiştim değil mi? Ve tamam Shadow Puppets etkileri diyoruz Secret Door'un başında ama yine yanılgı. Bu albümün Shadow Puppets'la tek ortak noktası Alex Turner. Grup kendi yolunu çiziyor Secret Door'da da, yine KoL albümünden örnek vereceksem bu albümün Use Somebody'si bu şarkı, oldukça başarılı. Albüm akıp gidiyor, uzun süre dinlenecek olduğunu garanti ediyor, Fire And The Thud'un güzel akışında. Burada albümün ikinci kısmının başladığını söylemek mümkün, Potion Approaching adeta bir ayraç gibi. Albümün en umut veren 3 şarkısı geliyor arka arkaya, ilk dinleyişimde budur dediğim Cornerstone, insanın içinde gittikçe büyüyen Dance Little Liar ve Sabbath'tan kopmuş Pretty Visitors. İkinci kısım birinci kısıma çok rahat basar diyorum şimdiden. Son olarak Doors'umsu bir kapanış şarkısı The Jeweller's Hands, yine karanlık, nerede eski Monkeys'ler dedirten.
Arctic Monkeys diskografisi için bir milestone olacak bu albüm, şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz. Sözler büyümüş, müzik olgunlaşmış ve Monkeys'in önünde yeni kapılar açılmış durumda. Grup dağılsa bile potansiyelini artık yansıtan Alex'in her daim müzik piyasasında olacağını görmek güzel diyorum ve 7 diyorum 10 üzerinden. İlk iki albüm belki daha yüksek puan alır ama çocuklar büyüyor ve şimdiden büyüklerin piyasasında tutunacaklarını gösteriyorlar, bu bakımdan önemli.
Arctic Monkeys diskografisi için bir milestone olacak bu albüm, şimdiden rahatlıkla söyleyebiliriz. Sözler büyümüş, müzik olgunlaşmış ve Monkeys'in önünde yeni kapılar açılmış durumda. Grup dağılsa bile potansiyelini artık yansıtan Alex'in her daim müzik piyasasında olacağını görmek güzel diyorum ve 7 diyorum 10 üzerinden. İlk iki albüm belki daha yüksek puan alır ama çocuklar büyüyor ve şimdiden büyüklerin piyasasında tutunacaklarını gösteriyorlar, bu bakımdan önemli.
Eti Kekler:
Arctic Monkeys
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)