Aklı sıra yazıya Muse abartmalarıyla başlıyor, ya da aklını kaybetmiş zavallı düşüncelerinde olduğunuzu görüyorum. Her kurgunun gerçeği yansıtmadığı, gerçek de olmasa bazı düşüncelerden, müzikte olsa dahi, keyif alabileceğinizi hatırlatma lüzmunu duyuyorum. Eğer öyle olmasaydı bugün fantastik edebiyat doğmaz, Lord of The Rings, Harry Potter, Twilight gibi romanların, filmlerin peşinden milyonlarca insan koşmazdı. Muse, The Resistance ile en baştan beri sunduğu bilim, uzay, rüya, hayal aleminden dünyaya iniş yapıyor, dünya meselelerini aşkla harmanlayıp benim deyişimle farklı bir Radiohead edebiyatı yapıyor.
Albüm yorumuna geçmeden önce Muse ve Warner'ın gerçek Resistance'ına değinmekte fayda var. Malumatınız dijital çağa geçtik geçeli albümler bir yolla çıkış tarihlerinden çok daha önce yasal olmadan dinleyicileriyle buluşuyor. Muse albüm promosyonu olarak dinleyicilerine United States of Eurasia'yı 1 ay önceden Project Eurasia adında bir oyunla dinletti. 7 farklı ülkenin şehirlerinde ajanlar Muse Usb'lerini azılı Muse fanlarına ulaştırdı. Ancak The Resistance'ın tamamı yayınlanan gerçek bir albüm kopyasıyla ancak dinleyicileri tarafından ele geçirilebildi. Hatta bu öyle bir savaş haline geldi ki Muselive forumunda uluslararası bir işbirliği kuruldu, Avusturalyalı Muserlar harekete geçirildi, onlardan sadece 1-2 şarkı elde edilebilince Fransa'da albümü satın alan birisinin albümü convert etmesi ve Twitter'dan insanların haberi olması sağlandı ki Trending Topic'lerde 4 numaraya kadar çıktığını şahsen gördüm. 10 sene kadar süre içerisinde albüm yayınlanışı bakımından en başarılı örnek olduğunu söyleyebiliriz.
Muse gibi 'outsider', piyasada insanların alışık olmadığı şekilde tutunan bir grubun alternatif kaldığı sürece görmezden gelinmesi normaldi. Grup popülerleştikçe taşlanacağını, aşağılanacağını görmemek mümkün olmayacaktı. Klişelere takılmış at gözlüklü insanlar için zor bir kabulleniş Muse. Düşünün ki bir grup popüler müzik tarihini harmanlayan acaip bir albüm yapıyor, içinde r&b'den operaya, klasik müzikten metale kayan çizgide beyin döndüren işler bulunuyor ama insanların vereceği tepki 'çorba olmuş lan bu' oluyor; uzaylıları takip edemiyorsunuz gençler. Müzik sizin gördüğünüz, kabullendiğiniz kitschlerden çoktan çıktı, Mor ve Ötesi'nin muhtemelen komunizme yaptığı atıf gibi 'Siz gelmediniz ama o değişti.'
The Resistance, Muse'un diğer albümlerin aksine bir yolculuk albümü. Bütün Muse albümlerinin bir konsepti var evet ama bu bahsettiğim başka bir şey, Redd'in 21'inde uyguladığını örnek gösterebilirim. Bir bebek yerine politika var bu sefer masada, George Orwell'in 1984'ü Guiding Light oluyor Muse'a. İnsanlığı yönetenlerin ne peşinde oldukları bir aşkın çerçevesinden anlatılıyor, 'Love is our Resistance' diyor Matt Bellamy albüme ismini veren şarkıda. 1984'teki Julia ve Winston'ın aşkı ilham oluyor, insanlığı kontrol altına almak isteyen hükümetlere karşı direnişleri, birbirlerine bağlılıkları ve sözleri onlara karşı direnişimizin baş aktör olacağını söylüyor hırçın frontman. Bellamy'nin yazarken diğer etkilendiği kitap Brzezinski'nin Büyük Satranç Tahtası Muse'un hedefini gösteriyor, 'I want the truth' diye haykırıyorlar Amerika'nın siyasetçileri ve arkasındakilerine.
Albümü açan Uprising diğer Muse albümlerinin aksine tempolu açıyor sahneyi, teatral bir hava yok, doğrudan sonuca yönelik bir şarkı, ilk single seçilecek kadar da başarılı. Ana melodi kısmının Doctor Who jenerik müziğini andırdığı doğru, bilinçsiz yapılmış bir şey değil, Matt Bellamy bütün kayıtlar İtalya'da kendi evinin yakınına kurduğu stüdyoda yapıldığı için uzaylı efektleri bile deneyecek kadar zaman buluyor şarkı üzerinde. Farklı açılış farklı albümü müjdeliyor. 9/10
Devamında Oos sevenleri bekleyenleri bir sürpriz bekliyor, Resistance'ın açılış melodisi Citizen Erased'in kapanışına tekabül ediyor. Bunu da metaforik olarak biz o dönemi kapattık algısına bağlayabiliriz. Resistance albümün en aşık şarkılarından biri, bir çok insan 30 saniyelik previewlerinden beğenmese de ben çok umutluydum, haksız çıkmadım. Dom Time Is Running Out formülü uyguladıklarını söylüyor, nakaratta patlayan vokalleriyle canlı canlı dinlemenin orgazma ulaştıracağı bir şarkı. 9/10
3. şarkı şu ana kadar albümü dinleyen tüm klişeci arkadaşların bel altı vurmaya çalıştıkları yer. Undisclosed Desires Timbaland soundunda olabilir evet ama artık aşmamız gerekmiyor mu bunları. Tamam Supermassive Black Hole süpermesiv bir şok yarattı üzerimizde ama kurtulmak lazım bu bağnazlıktan. Sözleri Smbh'ye direkt bağlanıyor, 'oh baby don't you know i suffer'a 'i know you've suffered'la cevap veriliyor. Single çıkacağından ve ortalığı dağıtacağından şüphem bile yok. Dansa devam, cheesy sözlere selam. Size inat notum: 10/10
United States of Eurasia bu albümün retoriğini en net şekilde ortaya koyan şarkı. Söylenen tüm sözleri etrafında topluyor ve 'bu savaşları bırakalım artık yeter, onların sözlerine uya uya geldiğimiz yeri görmüyor musunuz'a getiriyor lafı. Doğrudan 1984 bağlantılı sözler ve epik, teatral, yükselen vokalleriyle Queen'i, oryantal piyanolarıyla Lawrence of Arabia'yı andıran bir sound'a sahip. Sonuna eklenen Chopin kısımları ve arkadan geçen bir füzeyle sona eriyor. Müzikal olarak fazla güçlü ama yine de vermek istediği hissi yeterince yansıtamadığını düşünüyorum. 7/10
Yine albümün blacksheep'lerinden olarak anılıp benim acaip beğendiğim bir şarkıya geçiyoruz. Guiding Light Muse diskografisinde yer alan hiç bir şeye benzemeyen bir yapıya sahip. Çok zorlarsak Invincible-Blackout karışımı diyebiliriz. Gitarlarında çok net bir The Edge etkisi var, vokalleri bildiğimiz Bellamy ama daha içlenmiş bir havada. Muse'un geldiği yol açısından çok önemli bir basamak, bu şarkıyı U2, No Line On The Horizon'a koysa sırıtmaz diye düşünüyorum. 9/10
6. şarkı Muse fanları için kolay sevilebilecek bir şarkı. Unnatural Selection sound olarak Muse'un her albüme bir tane sıkıştırdığı trademark'larından. Bir New Born, bir Dead Star, bir Tsp devamı. Girişteki kilise orgu (Megalomania), ortalarda giren blues ritmi ve sonlardaki metal riffleriyle eşsiz bir güzellik kendileri. 'Bizler insanız, okyanustaki damlalar değil!, 'onların anladığı dilden istediklerini vereceğiz', 'gerçekleri istiyorum' söylemleriyle bu albümün eski Muse'cular için kurtarıcısı, yeni başlayanlar için ise müziğin neye benzediğinin tanımı. 10/10
MK Ultra hemen arkasındaki tempoyu tavana taşıyan bir bomba. CIA'in insanların beynini ilaçlarla kontrol altına alma planlarının deşifre olmasıyla açıkladığı Project MK Ultra'yı anıyor Muse. Bu albümün Stockholm Syndrome'u diyebilirim, yine aynı formül uygulanmış gibi görünüyor. 'Daha ne kadar yalan söyleyeceksiniz?' diye yetkilileri göreve çağırıyor İngiliz gençler. 8/10
8'de albümü bambaşka bir boyuta taşıyan mükemmel bir güzellik duruyor. Ortasına Samson and Delilah operasından eklenen Mon Cœur S'ouvre à Ta Voix'la birlikte I Belong To You bu albümün bir janr'a sığmayacağının en net örneği. Henüz Matt'in yorumlarını duymadım ama bu şarkıyı yazarken İtalyan bestecilerden ve yorumculardan etkilendiğini düşünüyorum. Kız arkadaşının yaptığı destekleri düşünürsek çok olası. Sözleri en aşık şarkı, sonlarında gelen klarnet solosu ise bu adamların işi bildiğini yine ispatlıyor. 10/10
Geri kalan 3'lümüz Muse'un daha önceden duyurduğu senfonik canavar, Exogenesis. Matt Bellamy'nin yazdığım en iyi şeyler olarak nitelendirdiği bu 3 büyülü parça insanı düşüncelerinin derinine itip hayatıyla ilgili kararlar aldıracak kadar güzeller. Bir gece yolculuğu için eşi bulunmaz eserler, karanlık, düşünceler ve Muse. Cross-Pollination Matt Bellamy'nin liriksel olarak ulaştığı en üst nokta diyorum. Redemption'ın sonunun kitaba paralel olarak bir ölümü andırdığını hissediyorum, notalar düşüyor, adeta bir cenaze marşına dönüşüyor, şimdiden buraya vasiyet yazayım madem bununla gömün beni :) 30/30
Albüm için toplam not vermiyorum. Muse diskografisi içinde en iyilerden. 1-2 yıl sonra belki de Origin'in üstüne koyabilirim. Dinledikçe değerini anlayacaksınız.
2 yorum:
teşekkürler yorum harika...Unnatural Selection süper olmuş..
ayrı bi post açmayayım dedim. matt bellamy'nin download'la ilgili görüşleri:
My current opinion is that file sharing is now the norm. This cannot be changed without an attack on perceived civil liberties which will never go down well. The problem is that the ISPs making the extreme profits (due to millions of broadband subscriptions) are not being taxed by the copyright owners correctly and this is a legislation issue. Radio stations and TV stations etc have to pay the copyright owners (both recording and publishing) a fee for using material they do not own. ISPs should have to pay in the same way with a collection agency like PRS doing the monitoring and calculations based on encoded (but freely downloaded) data. Broadband makes the internet essentially the new broadcaster. This is the point which is being missed.
Also, usage should have a value. Someone who just checks email uses minimal bandwidth, but someone who downloads 1 gig per day uses way more, but at the moment they pay the same. It is clear which user is hitting the creative industries and it is clear which user is not, so for this reason, usage should also be priced accordingly. The end result will be a taxed, monitored ISP based on usage which will ensure both the freedom of the consumer and the rights of the artists - the loser will be the ISP who will probably have to increase subscription costs to compensate, but the user will have the freedom to choose between checking a few emails (which will cost far less than a current monthly subscription) and downloading tons of music and film (which will cost probably a bit more than current subscription, but not that much more).
Yorum Gönder