29 Eylül 2009 Salı

Kings of Convenience - Declarance of Dependence

Yazı bana ait olup orjinali ve tamamını beterpan'da bulabilirsiniz.

Bir müzik delisisiniz. Ne tür müziğin günün hangi saatinde gideceğini ezbere biliyorsunuz ve bunu uyguluyorsunuz. Sabah kalkınca gününüzün hangi modda gitmesi gerektiğine karar verip ona göre play tuşuna basıyorsunuz. İşler pek yolunda gitmiyor mu; depresif şarkılar hemen oracıkta değil mi, ya da hoşlandığınız kızdan bir umut gördünüz; karın ağrılarına iyi gelen şarkılar el sallıyor değil mi, veya akşam dışarı mı götüreceksiniz onu, ne seviyor, tepinecek misiniz dans mı edeceksiniz hepsi size kalmış. Yatak saati yaklaştığında, süt kokusu evi sardığında sen dahil, bu dünyadaki herkes ne dinleyeceğini biliyor: Kings of Convenience.

Kings of Convenience’i çok uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım. Quiet Is the New Loud’dan bir Weight of My Words’u ya da aşk acılarının soundtrack’i Manhattan Skyline yorumunu dinlememiş, Riot on an Empty Street’in Know How’ını, Misread’ini tatmamış insanları Bülent Ortaçgil’in ”hiç sevişmemiş insancıkları” kapsamına sokabilirim hiç acımadan. Norveç’ten dünyamıza katılan Erlend Øye ve Eirik Glambek Bøe hayatlarımıza kattığı huzur ve mutluluğu Declaration of Dependence ile perçinliyorlar ekimin 2’sinde resmi olarak çıkacak 3. albümleriyle. Bugüne kadar liste başarısı hırsı olmadan sadece güzel müzik yapmaya odaklanan grubun en büyük yükselişi kendi ülkeleri Norveç dışında İtalya’da gördükleri 2. sıra oldu. Kuzey insanına bir gün İbrahim Tatlıses, bir gün Kings of Convenience dinletip deney yapmak en büyük arzum olmuştur bu arada, suç oranını izlemek eğlenceli olacaktır.

Declaration of Dependence’ın ilk albüm Quite Is the New Loud’a daha yakın durduğunu söylemek yerinde olacaktır. Albümün açılış şarkısı harika 24-25, Winning A Battle Losing A War güzelliğinde. Albümün 4 şarkılık harika başlangıcının en güzel anı, aynı zamanda ilk single Mrs. Cold’da sınırlarına bağlı kalmış aşığa sesleniyorlar, oynamayı seviyoruz ama nereye kadar be güzelim tandansında serzenişte bulunuyorlar ama o kadar da acıtmıyor bu sesle, gülümsetiyorlar. Me In You ve Boat Behind 4 asını tamamlıyor açılışın, Riot on an Empty Street’in indie tınıları burada bir miktar belli ediyor kendisini, özellikle 2. single Boat Behind yaylılarıyla albümün en kayda değer anlarından birisi. Ortalara doğru Freedom and Its Owner dışında daha ağır bir tempoya bürünüyor albüm, aslında başka bir grup yazmış olsa uyutucu (uyuz) derim ama Kings of Convenience’a laf atmayı kendime yediremiyorum, görmezden gelebilir miyiz? Neyse ki 2. albümün adını taşıyan Riot On An Empty Street’le harika bir şekilde kapanıyor albüm, böylece battaniyeyi üzerimize çekerken hiç pişmanlık duymuyoruz.

Rüya aleminin en sevdiği grup Kings of Convenience bizi yine saydam bulutlar arasında gezdiriyor, hırssız, huzurlu ve sıcacık yollarda. Gecenin son duasında dileyelim ki bu sefer 5 yıllık bir ara olmasın diğer rüyalara. 7/10

The Cribs - Ignore The Ignorant

Yazı bana ait olup orjinali ve tamamı beterpan'da bulunmaktadır.

Bir grupta olmanın en zor tarafı diğer elemanlarla iyi geçinmek, ya da sadece geçinmek, hadi onu da geçtim birbirine katlanabilmektir. Bu yolda seneler boyunca ne dağılan gruplar gördük ki en son kanlı canlı örneği 1-2 hafta önce dağılan Oasis oldu. Oasis’in dağılmasına sebep olan kardeşler Noel ve Liam insanın kardeşi de olsa müzik konusunda sınırlarının dayanamayabileceğini gösteriyor. Dünya arenasında kardeş müzisyenler önemli bir yer kaplıyorlar, bizim ilgimizi çeken, göz atacağımız Indie Rock olduğuna göre seçenekler tarzın en önemli kardeşleri Kings of Leon veya plasesi yeni albümleri Ignore The Ignorant ile göz kamaştıran The Cribs. Tercihimiz ikinci şık.

The Cribs 2007′deki Man’s Needs, Woman’s Needs, Whatever’la kendini UK ve Avrupa piyasasına tanıtsa da aslında yeni bir grup değil. İkiz kardeşler Gary ve Ryan ve küçük kardeşleri Ross Jarman, Ignore The Ignorant ile 4. kez stüdyodan bir emekle çıkıyorlar. İlk iki albümleri kendi anavatanları İngiltere’de bile listeleri pek rahatsız edemedi. Muhtemelen hepimizin onları tanıdığı Man’s Needs şarkısının adını verdiği albümlerinde Franz Ferdinand’dan Alex Kapranos ve Sonic Youth’tan Lee Ranaldo ile çalışmaları kardeşlerin yolunu açtı ve 2007′de önemli festivallerde yer aldılar. Bu gelişmeler önlerine daha iyi bir fırsat çıkardı ve The Smiths’in yüce gitaristi Johnny Marr’ın dikkatini çektiler. 2007 Q ödüllerinde aynı zamanda Kate Nash’in de sevgilisi olan ikiz kardeş Ryan Jarman, Johnny Marr’a birlikte çalışma teklifi etti ve kariyerlerinin en önemli aşamasına böylece ulaşmış oldular.

The Cribs her ne kadar ülkemizde yeterince ilgi çekememiş bir grup olsa da İngiltere’de Nme, Q gibi dergiler tarafından sıkça gazlanıyor ve övgüleri kapıyorlar. Grubun başarılı canlı performansları onların The Sex Pistols altında 4 gece efsane albüm Never Mind The Bollocks’ın 30. yıl kutlamaları için çalmalarını bile sağladı. Grup satışlarda büyük bir başarı yaşayamazken bu kadar gazlanırken, şu an elimizde olan gerçekten sağlam albümleri Ignore The Ignorant için medyadan destek gecikmedi, overrated görebilirsiniz ama bu jenerasyon içindeki gruplardan en kültü olarak anılmaya başladılar.

Ignore The Ignorant’ın kusursuz müziğinin altında hiç kuşkusuz Johnny Marr’ın imzası var. Men’s Needs’in kayıtlarında duyabileceğiniz rahatsız edici gitarlar kaybolmuş, yerlerine çok temiz duyulan nefis bir gitar sound’u yerleşmiş. Marr’ın bilgeliği şarkıların atmosferine de aynı şekilde yansımış, The Cribs’i daha önce keşfetmedikleri alanlara götürmüş. Bir indie punk grubu saflığından bir rock’n'roll grubu olgunluğuna ilerlemişler. Yine de The Rakes, The Libertines gibi Strokes’un Is This It’inden ilham alan gruplardan olmaları onların imzasında her zaman duracak gibi, albümün genel havasını yansıtmayan Cheat On Me’yi ilk single seçmeleri grubu takip eden fanları kolayca tavlamak için yapılmış bir tavır gibi görünüyor bu yüzden. Daha önce American Hi-Fi ve Semisonic gibi Amerikan gruplarla da çalışmış Nick Launay da grubun soundunu Atlantik’in öteki yakasına taşımış, Nothing ve Last Year’s Snow’da bir The Vines havası sezmek çok mümkün. Söz yazımında daha önce izledikleri günlük hayat dertlerinden bahsetme yolunu da bir adım ileriye götürerek daha sofistike olma çabası sergilemişler. Yine kızgınlar ama bu sefer kızgınlıkları kadınlara değil! Victim Of Mass Production ve Stick to Yr Guns gibi şarkıların isimlerinden de anlaşılacağı gibi tarihsel hatalara dem vuruyorlar, Ignore The Ignorant’ın sözlerinde ‘I’m throwing England to the dogs’ gibi sert çıkışlar yapıyorlar

Jarman kardeşler büyüme yolunda kendilerine Johnny Marr’ı baba olarak seçiyor ve Ignore The Ignorant’la şansları yaver giderse büyük bir grup olma yolunda adım atıyor. 2000′lerin başlarında gelen Strokes akımını daha olgun dinlemek isteyenler için bulunmaz bir fırsat. Albüme bir kere bile şans verdiğinizde değerli bir şey bulduğunuzu anlayacaksınız. Yılın en sağlam albümlerinden. 8/10

10 Eylül 2009 Perşembe

Uzaydan dünyaya iniş: Muse, The Resistance

Über füturistik grup Muse'un 6. stüdyo albümü The Resistance yarın itibariyle dünyaya iniyor. Hangi gezegenden olduklarını henüz açıklamayan Bellamy ve çetesi albüm turnesi yapmak için Teignmouth'lu oldukları teorisiyle ilk konserlerini orada verdi. Hepimiz biliyoruz ki Superman de Krypton'dan geldiğini uzun süre saklamıştı. Müziğimizi ileri taşımaya karar veren uzaylıların da gerçek kimliklerini açıklamamaları kadar normal bir şey yok. Asıl nokta dünyalıların onları ne kadar takip edeceği.

Aklı sıra yazıya Muse abartmalarıyla başlıyor, ya da aklını kaybetmiş zavallı düşüncelerinde olduğunuzu görüyorum. Her kurgunun gerçeği yansıtmadığı, gerçek de olmasa bazı düşüncelerden, müzikte olsa dahi, keyif alabileceğinizi hatırlatma lüzmunu duyuyorum. Eğer öyle olmasaydı bugün fantastik edebiyat doğmaz, Lord of The Rings, Harry Potter, Twilight gibi romanların, filmlerin peşinden milyonlarca insan koşmazdı. Muse, The Resistance ile en baştan beri sunduğu bilim, uzay, rüya, hayal aleminden dünyaya iniş yapıyor, dünya meselelerini aşkla harmanlayıp benim deyişimle farklı bir Radiohead edebiyatı yapıyor.


Albüm yorumuna geçmeden önce Muse ve Warner'ın gerçek Resistance'ına değinmekte fayda var. Malumatınız dijital çağa geçtik geçeli albümler bir yolla çıkış tarihlerinden çok daha önce yasal olmadan dinleyicileriyle buluşuyor. Muse albüm promosyonu olarak dinleyicilerine United States of Eurasia'yı 1 ay önceden Project Eurasia adında bir oyunla dinletti. 7 farklı ülkenin şehirlerinde ajanlar Muse Usb'lerini azılı Muse fanlarına ulaştırdı. Ancak The Resistance'ın tamamı yayınlanan gerçek bir albüm kopyasıyla ancak dinleyicileri tarafından ele geçirilebildi. Hatta bu öyle bir savaş haline geldi ki Muselive forumunda uluslararası bir işbirliği kuruldu, Avusturalyalı Muserlar harekete geçirildi, onlardan sadece 1-2 şarkı elde edilebilince Fransa'da albümü satın alan birisinin albümü convert etmesi ve Twitter'dan insanların haberi olması sağlandı ki Trending Topic'lerde 4 numaraya kadar çıktığını şahsen gördüm. 10 sene kadar süre içerisinde albüm yayınlanışı bakımından en başarılı örnek olduğunu söyleyebiliriz.

Muse gibi 'outsider', piyasada insanların alışık olmadığı şekilde tutunan bir grubun alternatif kaldığı sürece görmezden gelinmesi normaldi. Grup popülerleştikçe taşlanacağını, aşağılanacağını görmemek mümkün olmayacaktı. Klişelere takılmış at gözlüklü insanlar için zor bir kabulleniş Muse. Düşünün ki bir grup popüler müzik tarihini harmanlayan acaip bir albüm yapıyor, içinde r&b'den operaya, klasik müzikten metale kayan çizgide beyin döndüren işler bulunuyor ama insanların vereceği tepki 'çorba olmuş lan bu' oluyor; uzaylıları takip edemiyorsunuz gençler. Müzik sizin gördüğünüz, kabullendiğiniz kitschlerden çoktan çıktı, Mor ve Ötesi'nin muhtemelen komunizme yaptığı atıf gibi 'Siz gelmediniz ama o değişti.'
The Resistance, Muse'un diğer albümlerin aksine bir yolculuk albümü. Bütün Muse albümlerinin bir konsepti var evet ama bu bahsettiğim başka bir şey, Redd'in 21'inde uyguladığını örnek gösterebilirim. Bir bebek yerine politika var bu sefer masada, George Orwell'in 1984'ü Guiding Light oluyor Muse'a. İnsanlığı yönetenlerin ne peşinde oldukları bir aşkın çerçevesinden anlatılıyor, 'Love is our Resistance' diyor Matt Bellamy albüme ismini veren şarkıda. 1984'teki Julia ve Winston'ın aşkı ilham oluyor, insanlığı kontrol altına almak isteyen hükümetlere karşı direnişleri, birbirlerine bağlılıkları ve sözleri onlara karşı direnişimizin baş aktör olacağını söylüyor hırçın frontman. Bellamy'nin yazarken diğer etkilendiği kitap Brzezinski'nin Büyük Satranç Tahtası Muse'un hedefini gösteriyor, 'I want the truth' diye haykırıyorlar Amerika'nın siyasetçileri ve arkasındakilerine.

Albümü açan Uprising diğer Muse albümlerinin aksine tempolu açıyor sahneyi, teatral bir hava yok, doğrudan sonuca yönelik bir şarkı, ilk single seçilecek kadar da başarılı. Ana melodi kısmının Doctor Who jenerik müziğini andırdığı doğru, bilinçsiz yapılmış bir şey değil, Matt Bellamy bütün kayıtlar İtalya'da kendi evinin yakınına kurduğu stüdyoda yapıldığı için uzaylı efektleri bile deneyecek kadar zaman buluyor şarkı üzerinde. Farklı açılış farklı albümü müjdeliyor. 9/10

Devamında Oos sevenleri bekleyenleri bir sürpriz bekliyor, Resistance'ın açılış melodisi Citizen Erased'in kapanışına tekabül ediyor. Bunu da metaforik olarak biz o dönemi kapattık algısına bağlayabiliriz. Resistance albümün en aşık şarkılarından biri, bir çok insan 30 saniyelik previewlerinden beğenmese de ben çok umutluydum, haksız çıkmadım. Dom Time Is Running Out formülü uyguladıklarını söylüyor, nakaratta patlayan vokalleriyle canlı canlı dinlemenin orgazma ulaştıracağı bir şarkı. 9/10

3. şarkı şu ana kadar albümü dinleyen tüm klişeci arkadaşların bel altı vurmaya çalıştıkları yer. Undisclosed Desires Timbaland soundunda olabilir evet ama artık aşmamız gerekmiyor mu bunları. Tamam Supermassive Black Hole süpermesiv bir şok yarattı üzerimizde ama kurtulmak lazım bu bağnazlıktan. Sözleri Smbh'ye direkt bağlanıyor, 'oh baby don't you know i suffer'a 'i know you've suffered'la cevap veriliyor. Single çıkacağından ve ortalığı dağıtacağından şüphem bile yok. Dansa devam, cheesy sözlere selam. Size inat notum: 10/10

United States of Eurasia bu albümün retoriğini en net şekilde ortaya koyan şarkı. Söylenen tüm sözleri etrafında topluyor ve 'bu savaşları bırakalım artık yeter, onların sözlerine uya uya geldiğimiz yeri görmüyor musunuz'a getiriyor lafı. Doğrudan 1984 bağlantılı sözler ve epik, teatral, yükselen vokalleriyle Queen'i, oryantal piyanolarıyla Lawrence of Arabia'yı andıran bir sound'a sahip. Sonuna eklenen Chopin kısımları ve arkadan geçen bir füzeyle sona eriyor. Müzikal olarak fazla güçlü ama yine de vermek istediği hissi yeterince yansıtamadığını düşünüyorum. 7/10

Yine albümün blacksheep'lerinden olarak anılıp benim acaip beğendiğim bir şarkıya geçiyoruz. Guiding Light Muse diskografisinde yer alan hiç bir şeye benzemeyen bir yapıya sahip. Çok zorlarsak Invincible-Blackout karışımı diyebiliriz. Gitarlarında çok net bir The Edge etkisi var, vokalleri bildiğimiz Bellamy ama daha içlenmiş bir havada. Muse'un geldiği yol açısından çok önemli bir basamak, bu şarkıyı U2, No Line On The Horizon'a koysa sırıtmaz diye düşünüyorum. 9/10

6. şarkı Muse fanları için kolay sevilebilecek bir şarkı. Unnatural Selection sound olarak Muse'un her albüme bir tane sıkıştırdığı trademark'larından. Bir New Born, bir Dead Star, bir Tsp devamı. Girişteki kilise orgu (Megalomania), ortalarda giren blues ritmi ve sonlardaki metal riffleriyle eşsiz bir güzellik kendileri. 'Bizler insanız, okyanustaki damlalar değil!, 'onların anladığı dilden istediklerini vereceğiz', 'gerçekleri istiyorum' söylemleriyle bu albümün eski Muse'cular için kurtarıcısı, yeni başlayanlar için ise müziğin neye benzediğinin tanımı. 10/10

MK Ultra hemen arkasındaki tempoyu tavana taşıyan bir bomba. CIA'in insanların beynini ilaçlarla kontrol altına alma planlarının deşifre olmasıyla açıkladığı Project MK Ultra'yı anıyor Muse. Bu albümün Stockholm Syndrome'u diyebilirim, yine aynı formül uygulanmış gibi görünüyor. 'Daha ne kadar yalan söyleyeceksiniz?' diye yetkilileri göreve çağırıyor İngiliz gençler. 8/10

8'de albümü bambaşka bir boyuta taşıyan mükemmel bir güzellik duruyor. Ortasına Samson and Delilah operasından eklenen Mon Cœur S'ouvre à Ta Voix'la birlikte I Belong To You bu albümün bir janr'a sığmayacağının en net örneği. Henüz Matt'in yorumlarını duymadım ama bu şarkıyı yazarken İtalyan bestecilerden ve yorumculardan etkilendiğini düşünüyorum. Kız arkadaşının yaptığı destekleri düşünürsek çok olası. Sözleri en aşık şarkı, sonlarında gelen klarnet solosu ise bu adamların işi bildiğini yine ispatlıyor. 10/10

Geri kalan 3'lümüz Muse'un daha önceden duyurduğu senfonik canavar, Exogenesis. Matt Bellamy'nin yazdığım en iyi şeyler olarak nitelendirdiği bu 3 büyülü parça insanı düşüncelerinin derinine itip hayatıyla ilgili kararlar aldıracak kadar güzeller. Bir gece yolculuğu için eşi bulunmaz eserler, karanlık, düşünceler ve Muse. Cross-Pollination Matt Bellamy'nin liriksel olarak ulaştığı en üst nokta diyorum. Redemption'ın sonunun kitaba paralel olarak bir ölümü andırdığını hissediyorum, notalar düşüyor, adeta bir cenaze marşına dönüşüyor, şimdiden buraya vasiyet yazayım madem bununla gömün beni :) 30/30

Albüm için toplam not vermiyorum. Muse diskografisi içinde en iyilerden. 1-2 yıl sonra belki de Origin'in üstüne koyabilirim. Dinledikçe değerini anlayacaksınız.

9 Eylül 2009 Çarşamba

haggard geliyor !


klasik metalde ilk 3 u olusutran gruplardan biri olan haggard tekrar ulkemize geliyor.. yanlis hatirlamiyorsam nisan ayi gibi gelmislerdi en son.. gidememistim o zamanlar..

konsere daha 1 ay var.. ekim 16 da maslaktaki refresh'e geliyorlar.. hic oralara girmeden kurucesme'de verselerdi keske.. neyse geliyorlar ya simdilik onemli olan bu haggard dinleyicileri icin.. oyle ahim sahim dinlemedim kendilerini ama eppi sur mouve albumleri muzigin son noktasina yakinlastiklari bir album.. herr mannelig i her dinleyisimde yuzuklerin efendisi fragmani canlaniyor kafamda ki zaten youtube'da bir versiyonu mevcut..

en son konserlerinde tales of ithira'dan calmislar bolca..biraz eppi sur mouve beklerim ben.. gitmeye calisacagim bu sefer.. daha 1 ay var tabii ne olur bilinmez ama kotu bir konser olmayacagi kesin..

4 Eylül 2009 Cuma

The Wombats

Kendileri Liverpoollu saf bir indie grubudur.İki İngiliz bir de Norveçliden oluşuyor.Yaptıkları müziği ise daha çok Arctic Monkeys'in ilk albümüne yani olgunlaşmamış haline benzetiyorum."Humbug'u o kadar dinledim.İçime sinmedi" diyen varsa iyi bir alternatif olabileceğini düşünüyorum.Özellikle Moving To Newyork,Backfire The Disco,Kill The Director,Let's Dance To Joy Division öne çıkan parçaları gibi duruyor.Hop hop hoplanabilir,zıp zıp zıplanabilir.

A Guide To Love, Loss And Desperation

01-Tales of Girls, Boys & Marsupials
02-Kill The Director
03-Moving To New York
04-Lost in the Post
05-Party in a Forest (Where's Laura?)
06-School Uniforms
07-Here Comes The Anxiety
08-Let's Dance To Joy Division
09-Backfire The Disco
10-Little Miss Pipedream
11-Dr. Suzanne Mattox PhD
12-Patricia the Stripper
13-My First Wedding

Link

Bu arada kendilerinin en son My Circuitboard City adlı single'ı çıktı.Yeni albüm üzerinde çalışıyorlarmış.En kısa zamanda bekleriz.

My Circuitboard City

3 Eylül 2009 Perşembe

Muse Günışığına Çıkıyor


Yılın albümü The Resistance'a az kala BBC ve Zane Lowe gazı vermeye devam ediyorlar. Bu kadar yıllık Muse fanıyım ilk defa gruba ilginin bu kadar yükseğe çıktığını gördüm. MSN Bugün açılışında bile Muse yazılarına rastlamak grubu uzun süredir takip eden insanlar için oldukça hoş görüntüler. Çok heyecanlıyım yeni albüm için, bakalım Matt ve Dom neler söylemişler.


1 Eylül 2009 Salı

Ben, Kendim ve Mr X.

Yunan müzik sitesi Postwave.gr Chris Beylerle güzel bir röportaj yapmışlar. Kendi ağzımla çevireyim naçizane.

Iamx için Kingdom of Welcome Addiction nerede ve nedir?

Ait olduğum soğuk ve şehvetli Berlin'de. Iamx'in rahminden çıkma. Sıkıntının acıları ve ağrıları ferahladı. Ahlaksızlıklar, güvensizlikler ve aptallıklar iyileştirildi. Disney dünyası gibi ama içinde bol bol ruj, alaycılık, zeka ve muzırlık var.

Sizin için artık hangi bağımlılıklar hoş karşılanmıyor?

Zararlı olanlar. Bu kişisel değil kesinlikle. Birisi başka birinin ucubesidir, birinin ilacı diğerinin hastalığıdır. Sert uyuşturucular artık hayatımda değil. Yeni bir deneyime yakın değilim ama olumsuz şeylerin tekrarlanması da söz konusu değil. Çikolata ve şarap da şeytanlardan ama kabul edilebilir.

...Yeni albümü tek tek sormak istiyoruz. İlhamlar, kayıt süreci, şarkılar ne hakkında, vs. Baştan başlayalım. Nature Of Inviting.

İntrolar genelde zor olur çünkü dinleyiciyi albüme alıştırır. Albümün en farklı olanını başta koymayı severim. Burada beni cezbeden, bitiklik ve onun slow electronic funk'la bağlantısı idi, o yüzden seçtim. Melodik olarak tutuk, ritmin dikkati daha çok toplamasına çalıştım. Davullarda yırtındım biraz, genelde sesimle uyumlu değildir ve bu sayede gidişatın daha rahatsızlık verici olmasını sağladım. Vokal olarak, en dip sesimden yüksek falsettoya geçtim ve nakaratta sözlerin şizofrenliğine uygun olarak daha da dağıttım. Ben kendim ve Mr X.

Kingdom Of Welcome Addiction

Bu şarkının albümün en cesaret ve heyecan verici şarkısı olduğunu düşünüyorum. İspanyol Flamenkosu birden gaza getirici gitarlarla ve klavyelerle birleşip bir mücadeleyi anlatıyor. Görüntüler şöyle beynimde, matadorlar, krallar, terle ıslanmış havalı koyu saçlı kızlar. Dinamiklik ve narinlik aynı noktada birleşiyor.

Tear Garden
Şarkılar bazen saf şeytanlık ve içten ışığın birleşimi olmalıdır. Bana ilk geldiğinde tatlı ve ulaşılabilir gibi bir şarkı gibi görünmüştü. Çocuk şarkılarındaki gibi davullar ve şelale gibi akan piyanolar eklemeyi düşündüm. Bu havası sonradan oluştu. Vokalleri kemanlara, piyanoları baslara döndürdük.

Sözler duygusal, şiddetli ama inceden esprili. Bu bayağı bi görsel şarkı oldu, çok garip çünkü ilk akustik bir şarkı olarak başlamıştım. Müzik yapanlar uğraşmalı. Kolay veya sıradan olmaması için uğraşıyorum. Çalışınca karşılığı ve ödülü geliyor. Bunun en güzel örneği bu.

My Secret Friend

Bunu albümün bitmesine çok az kala yazdım. Sonradan aklıma gelen bir düşünceydi. Her zaman bir düet yapmak istemiştim ve sonunda o şarkıyı buldum. Imogen arkadaşımdır, nasıl olduysa şarkının ilk verse'unu yazdığım zaman aklıma hemen o geldi. Aklımda psikopatça yaşanan bir akıl oyunu ilişkisi kurdum, neden bilmem erkek ve kız kardeşler arasında. Birbirleriyle oynayan, ihtiyaç duyan ve zarar veren. Kaba bir versiyonunu ona gönderdim, üzerine ikinci verse'u ve şans eseri bir melodiyi daha yazdı. Orkestrasyonu ve akor düzeni çok basit, o yüzden dikkat çeken kısmı hep performansı oluyor, özellikle seksi basları.

An I For An I

Bu yeni bir kapı. Bence bu Iamx'in bilinçaltında yatan politizmi yansıtıyor. Genelde dünya üzerinde gördüklerime karşı çok tepkili değilim, onu yaratan para hükmü altına girmiş zavallı insanlara da. Her yerdeler, her gün karşı karşıyayım. Bu fonksiyonel olmayan elektronik yol negatif enerjime ulaşmak için beni odaklandırdı, ya da akışıma bıraktı, nasıl demek isterseniz. Cızırtılı gitarlar, yanlış notalar, sert davullar. Size ve dünyaya sokayım. İstekli ruhlara ve beyaz yalanlara karşı intikam.

I Am Terrified

Kusurları açığa çıkaran, toy bir terapi baladı. En basit olmaya çalıştıklarımdan biri. Phil Spector, Suicide'la tanışıyor gibi bir his. Yumuşak ve hoş karşılayıcı başlıyor, yavaşça çıldıran orkestral bir canavara dönüşüyor. Yaylılar, üflemeliler, tüm gerçek olay burada Berlin'de The Unfall Orchestra tarafından kaydedildi. Geri kalanı, olağan bir şekilde ben kaydettim.

Think Of England

Berlin içimdeki ve etrafımdaki herşeyi yeniden yapılandırmamı sağladı. Geriye adım atıp durdum ve kendime bir baktım. Aşklarım, endişelerim, bunalımlarım. Berlin'deki özgürlük benim işime odaklanmamı sağladı. Özgüven ve cesaret samimiyetle Londra'da bulabildiğim şeyler değildi. Beni kimin sevdiğini umursamamamı ve ne kadar para kazandığımı düşünmememi sağlıyor, işin ironik tarafı şimdi İngiltere'de yaşadığımda elde ettiğimden daha başarılı bir süreçteyim. Beni o ülke yarattı ama bozdu da. Berlin bir kısmımı düzeltti. Eski evimi her zaman seveceğim ama orası tekrar inşa edilir, yakılır ve üzerine bir cehennem kurulursa. Bu şarkı her zamankinden farklı olarak rock orkestrasyonuyla yazıldı. Tabii sözlerde biraz oyun var. Google'layın derim.

The Stupid, The Proud

Geçen yıl boyunca beynim din hakkında oldukça dikenli bir haldeydi. Sözlerde bu tad var. Müzik olarak çıplak olmasını istedim, ilk yazdığım gibi. Prodüksiyondan ve ses mühendisliğinden oldukça zevk aldım albümde ama bu şarkının akustik olması gerektiğini hissettim. Çok duygusal nevrotik Johnny Cash şarkısı gibi biraz. Hipnotize edici ve merhametsiz. Bu aralar benim favorim çünkü gürültülü davul ve distortion duymaktan yoruldum.

You Can Be Happy

Bu şarkıda da Unfall kullanıldı. Uçucu bir yaylı orkestrasıyla kısık sesli kadın vokal marşını karıştırmak istedim. Gruptan Janine'in sesini kullandık. Onun kısmı, 'It's a cruel world for small things but with lies and luxuries, in the in-between, you can be happy'. Annem benim başkalarının acılarını anlayabilmemi sağlamış biliyorum. Bazen karşımdakinin hissettikleriyle aynı hissettiğim düşüncesiyle heyecanlanıyorum. Özellikle umutsuz ve kırılganken. Her zaman bunun üstesinden gelmek ve mutluluğa sahip olmak için bir savaş var. Belki bu da benim felsefemdir. Çoğu zaman uyanmam gerekiyor. Şarkıyı bilerek yüksek tempolu ve acı-tatlı bir havada yaptım ki bana bunları hatırlatsın.

The Great Shipwreck Of Life

Bence başlık herşeyi açıklıyor. İlhamım burada Fellini'den geliyor. Onun acımasız güzel gerçekçiliğine bayılıyorum. Klasik bir trajikomik film yapımcısı. Hayatın tüm iniş ve çıkışlarını tüm renkleriyle, coşkusuyla ve korkunçluğuyla anlatıyor. Aklımda bütün bunlar varken melodisini yazdım. Bas ve davulun işbirliğinde baştan sona oyuncu bir şekilde geçiyor. Verse'leri 3 yıl önce, nakaratı 3 hafta önce yazdım. Onun gibi yazabileceğimi düşünmedim. Görüşümü basite indirgedim ve herkesin bağ kurabileceği bir şekilde yazdım. Başarısız.

Running

Her albüm belli bir zaman periyodunun bir fotoğrafı. Günlükteki bir kaç satır. Yaratıcılık bir saat gibi, düdüğüyle bir bekçi gibi geliyor ve sonu yok. Onu cd'ye yazmak bir süreç. Her zaman kendi kuyruğumu kovalıyor gibi hissediyorum. Bilinmeyenden kaçıyor ve sonra kovalıyorum. Ateist olmama rağmen ilahileri severim. Noel'de ne olduğundan hoşlanmam ama Noel ilahilerini severim. Albümü bana adanmış bir ilahiyle bitirdim, tekerlek üzerinde bir fare. Sarhoş, yarım elektronik tekrarlar kilise piyanosu altına saklanıyorlar ve diyorlar ki - bunun devamı var.

Röportaj: Kostas Brellas