3 Ekim 2008 Cuma

Masumiyet Müzesi

Yine ağzıma sıçtın Orhan Pamuk. Evet, bu kadar patavatsız, küfürbaz, kendini bilmez bir söylemle giriyorum bu kitabın yorumuna. Orhan Pamuk kitaplarını -en sıkıcı olanını bile- zorlanmadan okuduğum için ne kadar sıkıcı bir üslubu var diyenlere baştan uçan kafayı atmak isterim. 7 yıldır yazdığı bu kitap elime geçtiğinde ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Zaten bi bok anlatamıyorum gördüğünüz gibi, konudan konuya. 

Anlatmak da istemiyorum pek. Böyle hüzünlü, alıp götürücü, odaklandırıcı bir kitap görmedim ben. İçim kan ağlayarak okudum her satırını, kendimde olmasını istedim her dakika, her saniye, olmayacağı bilinci içime yerleşmiş bir şekilde hem de, belki de bu yüzden daha fazla kazmıştır içimi, kanatmıştır aylar geçtikçe açılan yaralarımı. Kendimi gördüm belki de bazı noktalarında, geleceğimi gördüm onun huzursuz, yaşlı bir insan olarak öldüğünü öğrenince.. 

Tavsiyem bütün erkeklere.. Bu kitabı okumadığınız her an varlığınızın bir gıdım eksik olduğuna delalettir. Baba-oğul ilişkisi, ağabey-kardeş ilişkisi, anne-oğul ilişkilerinin en sıcak tarafları bir yanda, gerçek bir aşka nasıl tutulunur görün. Ezmeyin insanları aylarca, yıllarca bir şeyler umdukları için, delirmiş demeyin bir arkadaşınız deli gibi aşığım dediğinde.. 

Hem de onun gerçek aşk olduğuna inanıp bütün hayatından vazgeçiyorsa.. Karşıdakinin kiminle birlikte olup olmadığını önemsemeden -belki de önemseyerek aslında- tek başına iki insanın tüm kaderini değiştirebileceğini unutmayın..

''Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum..''

Hiç yorum yok: