Daha sonra 4:38'de başlayan güzel bölüm bu sefer Rudess'in
Continuum'u eşliğinde tekrar ediliyor ve klâsik DTvâri "orkestral ağırlıkta kapanış"la grup yerini Rudess'in son gotik notalarına bırakıyor ve şarkı da yağmur ve şimşek efektleriyle kapanıyor.
Şarkının en mükemmel yeri hiç kuşkusuz sololar başlayana kadarki kısım. Gerçekten insanı sürüklüyor ve şarkının nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Ama sololardan sonra beni son albümlerde en çok rahatsız eden şey başlıyor ve DT'nin son yıllarda bir âdet, şarkı yapma rehberi hâline getirdiği ve
Six Degrees Of Inner Turbulance'tan(
6DOIT) beri bizlere sunduğu aşırılaştırılmış solo kısımları. Meselâ ilk Petrucci solosu gayet başarılı bir şekilde başlamasına rağmen sonunda yine sapıtıyor ve sadece müzikal masturbasyona gidiyor. Keza Rudess de öyle... Basçı
John Myung şarkının gidişatı ile bir manyak tuşesi eşliğinde çılgınlar gibi çalan Portnoy arasında bağlantı kurucam diye kayboluyor garibim. Ancak vokalist
James Labrie de arada derede müthiş bir performans sergiliyor ve gerçekten sesini kaybetme eşiğine geldiği '95 yılındaki gıda zehirlenmesinden beri ne kadar gelişme kaydettiğini gösteriyor. Şarkının alkış alanları Portnoy'un müthiş ritmleri ve Labrie'nin vokal performansı oluyor benim için.
Daha sonra, sözlerinde
John Petrucci imzası taşıyan, son yıllarda pek bir moda olan gizli ve radikal tarikatları konu olan, albümün ilk single ve klibine sahip olan
A Rite Of Passage geliyor. Oryantal bir bass girişiyle Myung bizi selamlıyor ve şarkının ilk kısmının gidişatı bu bass partisyonu üzerinden belirleniyor. Gidişat gayet oryantal yani. Daha sonra vokaller selamlıyor bizleri... Albümde ilk dinlediğim şarkıydı ve öyle bir vokal girmişti ki "
Hadi lan DT mi bu?" dedirtmişti bana.
Distortion'lı vokali kökledikleri ve Labrie de sesini oldukça kükrememsi(?) yaptığı için tanıyamamıştım neredeyse. İlk bölüm neredeyse susmak bilmeyen geri vokallerle, adeta bir koroymuşçasına devam ediyor ve çok akılda kalıcı bir nakarat tekrarlanarak şarkının 2. kısmına geliniyor. Yapı olarak
Sacrificed Sons'a(Octavarium) çok benzeyen
A Rite Of Passage'ın bu kısmında sert bir
heavy metal riff'i bizleri karşılıyor ve coşturuyor ortalığı. Güzel ve yaratıcı bir Petrucci solosu kulaklarımızın pasını siliyor ve yerini Rudess alarak
Home(SFAM) tonundaki(ama tadında değil) oynak solosunu icra ettikten sonra, deneysel bir
mini-klavye bölümüyle, son albümlerde eksik olmayan
vıjı vıjı tarzı sololarına bir yenisini ekliyor. Son bir nakarattan sonra şarkı tamamlanıyor. Dinleyene kadar çok iyi bir konser şarkı olduğunun farkında değildim fakat gerçekten coşturuyor da coşturuyor konserde. Ama buna, daha sonra yazacağım
4 Temmuz 2009 Dream Theater İstanbul Konseri'nde değinicem.
ORADAYDIM!!! :P
Şarkıda takdirleri Myung yazdığı güzel riffle, Petrucci de yazdığı güzel solo ve 2. bölüm riffiyle alıyor. Portnoy daha çok şarkının stabil kalmasını sağlıyor bu şarkıda, ön plana çıkma derdi yok. Eleştiri ve negatif enerjimiz vıjı vıjıları yüzünden Rudess'e!

Sırada
Wither.
Phrasal verb şarkısı. "
Let it out, turn it on, staring down, open up" gibi bir çok phrasal verb'le
John Petrucci, sözlerinde, yaratıcılığın bazen nasıl çekilmez bir şey olabileceğini hatırlamış olacak ki, özellikle söz yazımında karşılaşılan sıkıntıların biz genç müzisyenleri delirtmemesi için bize öğütler veriyor. Adam belli ki söz yazamamış, tıkanmış ve bu şarkının konusunun da bu bunalımın olmasını istemiş. İyi bir düşünce. Güzel ve sade bir arpejle başlayan şarkı, ilerledikçe bu yapısını bozmuyor ve 2.
Forsaken(Systematic Chaos) vakası olarak dinletiyor kendisini.
Queen'in efsanevî gitaristi
Brian May tarzı(hem armonik yapısı hem de -sağ ve sol kanalda da aynı sololu- kaydediliş şekliyle) bir soloyla şarkı son bir nakarata bağlanıyor ve "
Let It Out" phrasal verb'iyle şarkı tamamlanıyor. Albümün 2. single'ı olması beklenen şarkıda takdir kimseye gidemiyor çünkü bir özelliği yok. Dinlenebilen bir şarkı tabii ki ama özel bir çaba yok. Tam bir grup şarkısı.
The Shattered Fortress... Tohumları
Awake'ten
The Mirror'la atılan,
6DOIT'teki
The Glass Prison'dan itibaren yer alan 5 albümde birer şarkıyla temsil edilen ve Mike Portnoy'un alkolle mücadelesini anlatan,
Alcoholics Anonymous(12 adım programı)'un son 3 halkası. Şarkı fade in bir riffle başlıyor, devam ediyor ve daha sonra anlıyoruz ki bu riff
This Dying Soul'un türemişi. Ve şarkı boyunca bir potbori dinlemeye hazır olun çünkü şarkı müzikal olarak tamamen önceki şarkılardan,
The Glass Prison(6DOIT),
This Dying Soul(Train Of Thought),
The Root Of All Evil(Octavarium)ve
The Repentence(Systematic Chaos) alıntılardan oluşuyor ve The Glass Prison'ın ilk notalarıyla tamamlanıyor. Arada geçen 12:49'luk süre boyunca bazı hoş riff çeşitlemeleri olmasa herhangi bir DTsever bunu bir kes-yapıştır müzik programında rahatlıkla yazabilir ve söz yazması için Portnoy'a demosunu gönderebilirdi yaptığı bu çalışmanın. Konsept olmayan ama başlı başına bir konsept düşüncesi dahilinde(şarkılarıyla, içinde barındırdığı gizli bağlantılarla, şarkı içi çılgın bağlantılarıyla, sözleriyle) yapılmış
Octavarium albümünden sonra Portnoy "
Artık birbiriyle bağlantılı albümler, şarkılar yapmayı düşünmüyoruz. Bunun en üst noktasını Octavarium'da yaptık ve o evreyi tekrarlamak istemiyoruz." demişti ve açıkçası bu sözler, benim
12 Adım Programı'nın son halkası hakkındaki beklentilerimi çok yükseğe çıkarmıştı; yine alıntılar bekliyordum ama çok farklı bir şeyler olacağını düşünüyordum. En büyük korkum olan "
bütün şarkılardan alıntı" düşüncesini ise "
O kadar basite inmez yahu" diye reddediyordum ama karşımda bulduğum malesef tam tamına bu oldu. Bu yüzden şarkının bütün eksi puanları Portnoy'a, bana kurşunlar.
Albümün sondan 2. şarkısı
The Best Of Times. Portnoy'un 4 Ocak 2009'da kaybettiği ve Dream Theater'ın da isim babası olan
babası Howard Portnoy için yazdığı eser. Hatırlatmak gerek; bir uçak kazasında kaybettiği
annesi için de
A Change Of Seasons başyapıtını yazmıştı. Yapı olarak
Systematic Chaos'taki
The Ministry Of Lost Souls'a(tMoLS) çok benziyor. Özellikle sonlara doğru. Ondan farklı olarak giriş çok yumuşak ve akustik. Yumuşacık bir piyano partisyonunun üstüne ilk önce bir keman solo, daha sonrasında da Akdeniz sahillerinde naylon telli gitarını çalan Petrucci kulak pası silen, yumuşacık bir solo çalıyor. Aynı adam, daha sonra fade in'le öyle bir riff giriyor ki... Petrucci'nin albüm boyunca ulaştığı doruk noktası! Bu solomsu mükemmel, müthiş, harika riff devam ediyor, biraz çeşitlendiriliyor sahibi tarafından ve şarkı başlangıcındaki hüznün aksine gayet mutlu bir şekilde akmaya devam ediyor şarkı. Sözlerde babasıyla hoşça vakit geçiren bir çocuk, bu çocuğun büyürken babanın da bir rahatsızlığa kapıldığının(kanser) öğrenilmesi anlatılıyor ve kendi yolunda bir teşekkür ediyor babasına hayatına yaptığı katkıdan ötürü. Akılda kalıcı bir nakaratla şarkı bütün akıcılığı ve neşesiyle devam ediyor. Daha sonra şarkı başladığı hüzne, az önce bahsettiğim
tMoLS yapısıyla, Rudess'in klavyesiyle dönüyor ve hüzün akıyor bu sefer de bir süre. Son bölümlerindeki "
Thank you for that, thank you for this..." tarzındaki sözlerinin müzikle alakasızlığı hariç şarkıda rahatsız edici bulduğum bir şey olmadı, çok güzel ve yine tMoLS yapısında bir çıkış solosuyla Petrucci bu güzel şarkıyı sonlandırıyor. Alkışlar girişteki ve sondaki performansı yüzünden sonuna kadar Petrucci'ye. Son kısmındaki müzik - söz uyumsuzluğu hariç hiç bir eksik bana göre.
Ve son şarkı. Son 2 albümde eski fanlarının gönlünü tek bir şarkıyla(
Octavarium ve
In the Presence of Enemies) almayı başaran DT, bu albümde de bunu
The Count Of Tuscany'le yapıyor. The Best of Times gibi akustik bir giriş ama daha belgeselsel(?), klasik yerine daha akustik bir arpej. Güzel bir Petrucci solosu bittikten sonra yeni bir arpej yavaş yavaş sertleşiyor. Oldukça uzun ve zevkli bir giriş ve çok tatlı bir kaç
Petrucci - Rudess union bölümüne sahip.
MetallicAvari sert bir riffe yelken açıyor şarkı daha sonra. Sözler başlıyor ve romansal bir yapıda olan sözler akıyor kulaklardan. Şarkının ortasına kadar bu sert yapı korunurken, bir önceki riffle alakasız olmasına rağmen müthiş akılda kalıcı bir nakarat, "I!!! Wanna be alive!!!" sözleriyle bizi karşılıyor ve daha ilk dinleyişte, tıpkı
A Rite Of Passage'ın nakaratı gibi hemencecik aklımızda kalıyor. Daha sonra, DTvâri şarkı bitiriş yöntemlerinden biri olan ve temponun yavaş yavaş düşerek hisli bir Petrucci solosuyla şarkının sonlanması durumu başlıyor ama saatlerimize bakıyoruz... Daha dakika 10... Nasıl yani? N'ayır şarkı burada bitemez çünkü daha 9 dakika var şarkının bitimine ve DT
hidden track yapmayı, yayınlamayı sevmez; seveni de sevmez(:P)... Bu şarkı bi şekilde tamamlanmalı derken bu güzel ortamı yavaşlatan Petrucci köprüsüyle bir anda kendimizi su altı belgeselinin hasında buluyoruz. Yanımızda mavi resiflerde yüzen kolum kadar koca koca balıklar, mercanlar, karşımızda elinde su geçirmez gitarı, ayağında volume ve delay pedallarıyla Petrucci ve fonda hisli ortam yaratan klavyesiyle ve ayrodinamik dazlak kafasıyla rahatça yüzebilen Rudess.
Pink Floyd'un efsanevî gitaristi
David Gilmour'dan ve
Echoes(Meddle) yapısından fırlamış bir bölüm bizi bekliyor. Yaklaşık 3 dakika Petrucci sahne alıyor, alkışlarla sudan çıkıyor ve daha kurulanmadan şarkının başında kumsalda bıraktığı akustik gitarını yine eline alarak çok akılda kalıcı, nakaratsız bir bölümü icra etmeye başlıyor. O çalıyor, Labrie söylüyor, şu güzel Akdeniz Akşamı'nı renklendiriyorlar. Şarkının bence 4. bölümü (giriş, MetallicAvarî, su altı solo, sonuç) olan bu bölüm modumuzu iyice tatil moduna sokuyor ve "
Nerde benim sırt çantam? Otostop çekerek Olympos'a gitmek istiyorum ibneler!" naralarıyla bu günlerde gitmekle pek bi meşgul olduğum yaz okuluna sövdürüyor. Şarkının olumlu tarafı bütün gruba, zira müzikal açıdan bence tek kelimeyle mükemmel bir şarkı. Olumsuz yanı ise... Dikkat ettiyseniz böyle bir tatil modundan bahsettiğimdir. Olumlu bir şey yani değil mi? Ama sözler o kadar alakasız ki o müzikten, bir kardeş var abisinin hikayesini , daha doğrusu abisinden esinlenerek oluşturulmuş bir karakterin hikayesini anlatan ama ne hikayesi bu hala çözebilmiş değilim ve az önce söz ettiğim o "olumlu" bölümlerde bir ağlama, yakınma havası mevcut. Yani kısacası en kötü özelliği şarkının malesef yine müzik - söz uyumsuzluğu... Şarkı, albüm boyunca yer alan en güzel "
vooo vooooo voooooooo"larla son buluyor ve böylece albüm ve sahildeki martılar gaklaya gaklaya bizlere veda ediyor.
Albüm
DT dinleyenlere yeni birşey getirmiyor. Beklentiler çok yüksek olmadığı takdirde bu beklentileri karşılayabilir de. Güzel sololar, hızlı ve aksak davul ritmleri, bir çok virtüözlük numarası. Ancak bunun yanında bir çok soru işareti getiriyor ki benim için 2 tane var:
1. Son iki albümdür ciddi şekilde yaşanan söz - müzik uyumsuzluğu, Petrucci'nin sıkıştığı yerde hemen sıkış bir hikaye uydurmaya çalışarak science - fiction yazarlığına soyunmaya çalışması. Bırak o işi Spielberg yapsın arkadaşım. Otur Lost izle sen, kas çalış falan, iyice şişir kendini.
2. Rifflerin birbiriyle alakasızlığı. Sanki stüdyoya giriyorlar, ilk aklına gelen riffleri birbirine yapıştırıyor gibiler.
BC&SL'de gidişat olarak rahatsız etmeyen, korkutmayan tek şarkı
Wither, o da 5:25'lik bir süreye sahip olduğu için zaten.
Vokalist
James Labrie son 5 albümdeki en iyi performansını bence bu albümde sergilemiş. Müthiş bir iş çıkarmış bence ve benden kocaman bir
10/10'u hak etti. Ayakta alkışlıyorum!
John Petrucci. Şarkılara olan etkisinin büyüklüğünü(kendisi bütün albümlerin prodüktörlüğü Portnoy'la ortak yapar) göz önüne alarak onun gibi müthiş bir gitaristten her zaman bu riffler arası bağlantı sorununu çözecek çözümler bekliyorum.
Systematic Chaos'ta yaptığı şeyler oldukça güzeldi ama bu albümde... Bu konuda sınıfta kalıyor. Ama gelin görün ki tam sınıfta bırakıyorum adamı, öyle bir solo veya riffle geliyor ki "
Lan it... Gayet uslu olan kız arkadaşım seni görünce bi' hoş oluyo zaten... Daha ne istiyosun benden? Otur yerine 5/10!" dedirtiyor bana.
Mike Portnoy'un da şarkılara olan etkisinin çok büyük olduğunu bildiğimden notunu kırıyor, sırf
A Nightmare To Remember'daki müthiş ritmleri ve Petrucci'ye olan inadımdan notumu
6/10 veriyorum. A Nightmare To Remember ve
The Count Of Tuscany hariç fazla öne çıkma girişimi yok kendisinin.
Başın sağolsun bir de.
John Myung... Garibim. Duyulmuyor bile albümlerde doğru düzgün bassı. Bu konuya kaç albümdür müdahale etmediği için onun da notunu kırıyor ve saygımdan ötürü
7/10 olarak yazıyorum defterime.
Jordan Rudess ise en düşük notu alıyor benden. Konserde silah sokmadılar içeri yoksa o
Continuum'unun fişini koparacaktım tek bir kurşunla. O yetmezmiş gibi bi de
mini-klavye çıkardı başımıza şimdi de.
Vıjı vıjı deneysel bir şeylere girişmese olmaz. Deneye deneye bi hâl oldu.
3/10!
Prodüksiyon tonlar açısından oldukça başarılı. Yani elemanların bireysel teknisyenleri çok iyi işler çıkarmış yine. Mix mükemmel. Kayıt olarak kulağımı bazen rahatsız eden tek sorun Portnoy'un kick tuşelerinin tak tak beyin sömürecek seviyeye geliyor olması ama bu sorun son yıllarda çıkan çoğu metal müzik albümünün ortak sorunu. Hatta bir ismi bile var artık:
Overproduction.
8/10Albüm kapağı ve
artworkler bir DT klâsiği artık: Harika!
10/10!
Albüm genel olarak benden
5/10 alırdı ama sırf
A Nightmare To Remember ve
The Count Of Tuscany'nin hatrına
6/10'a yükseltiyorum notumu.
Progressive metalden zevk alıyor, uzun şarkılar dinlemek sizi rahatsız etmiyorsa mutlaka dinleyin, bir
Dream Theater fanıysanız yine dinleyin tabii ki ama asla beklentinizi çok yüksek tutmayın.
Üzülüyorsunuz sonra :)