26 Şubat 2009 Perşembe

U2 - No Line On The Horizon

Yeni çıkan şeyleri düşündüğümde aslında çok materyal var. Starsailor bahsini yapmayı düşündüğüm ilk sıradaydı, fakat o kadar düz bir albüm ki The Thames ve Tell Me It's Not Over dışında ne yazsam boş dedim ve öyle kaldı. Yeah Yeah Yeahs, The Fray, Pete Doherty ve bir kaç daha yeni albüm usulca sıralarını bekliyorlar, tabii ki öncelik büyük ağabeyde.

Bugüne kadar çok uçuk derecede hasta bir U2 fanıyla tanışmadım. Tanıdığım onca insan arasından en fazla U2 dinleyen benim sanırım. Geçen gün bir kıza denk geldim sadece, o da Bono'nun karizmasıyla fazla ilgili olunca hevesim kırıldı. 2000 yılında olması lazım, bir Blue Jean sayısında Özlem'in yazısında, U2 dinleyen insanların yaş grubunun 30 civarı olmasından dert yanmıştı. 80 yılında U2 çıktığı zaman teenage olmaya geliyor söz yine dönüp dolaşıp. Bir de müziklerindeki derinliği kavrayabilecek kadar sabırlı olmaya bakıyor.

U2 bugüne kadar gördüğüm en fazla kabuk değiştiren, evrim geçiren grup. 90'ların sonuna doğru Pop'la yarattıkları hayal kırıklığından sonra, tekrar küllerinden doğmaları olağanüstüydü. U2'nun o zamandan Discotheque'le yapmaya çalıştığını günümüzde yapan bir çok grup olması doğru iz üzerinde olduklarını gösteriyor bugün, fakat o zaman için erkenmiş demek ki. Pop'tan dönüşten sonra çıkardıkları elektro gitarlar 2 tane devasa albüm yaratmaya yetti, sıradaki ise merak konusuydu. Takdir gördükleri yolu takip edip kolaya kaçmalarını bekliyordum, yanıldım. Onlar böyle güzel albümler yazsınlar, ben sonsuza kadar aynı müziği dinlemeye devam edebilirim.

Get On Your Boots'u ilk dinleyişlerimde, U2'nun son iki albüm aksine Pop süslü bir şeyler yaptığını tahmin etmiştim. Yenik düştükleri yolda bir kez daha savaşmayı göze alacakları meçhuldü, fakat bir grubun Frontman'i Bono'ysa, her türlü savaşa gireceklerini hissedebilirsin. Albümü döndürdüğümde ise farklı bir gerçek buldum, Get On Your Boots albümün açık ara en kötü ve en farklı şarkısı. 'Ben burada ne yapıyorum' diye bas bas bağırıyor adeta. Rolling Stone'un 5 yıldız verdiği albüme track by track bakalım:

Açılış şarkısı, yeni stadyum hit'i olacağı garanti, No Line On The Horizon'ın yanında Get On Your Boots şöyle anlatılabilir ancak: Tereyağlı iskender vs patates cipsi. Keza albümün devamı için de aynı sözleri söylemek mümkün. Kafadan gözüme giren, kelime anlamını hakeden Magnificent'da Bono ve ulubatlı Edge "I was born to sing for you" diye haykırırken, doğru diyorsunuz adamım diyorum istemsiz. Hemen bir sonraki track'te canınızı almayı bekleyen Moment Of Surrender'ı saatlerce döndürdüm geçen gün uyurken. Yaylılarıyla, vokalleriyle ve bitirici, öldürücü son solosuyla 8 dakika akıp gidiyor adeta. "I tied myself with wire / to let the horses roam free / playing with fire / until the fire played with me." Bu güzelliği yazan adamın "I've got a submarine / you've got gasoline" dediğini de unutmayalım Get On Your Boots'ta. Dediğim gibi ne arıyor bu şarkı burada, I'll Go Crazy if I Don't Go Crazy, StandUp Comedy gibi şarkıların arasında adeta bir utanç. Gözüme çarpan diğer bir güzellik de White as Snow. Bugün Eskişehir'i tamamen teslim alan karın altında otobüs beklerken defalarca döndürdüm, basılmamış karlara bastım ve mırıldandım:

Once i knew there was a love divine.
Then came a time I thought it knew me not.
Who can forgive forgiveness when forgiveness is not,
Only the land as white as snow...

Dinleyin, dinlettirin, bu güzelliği sadece 30 yaş üstüne bırakmayın.

25 Şubat 2009 Çarşamba

The Last Shadow Puppets Live @ BBC Electric Proms 2008

Söze hiç gerek yok, davranın!

01. The Age Of The Understatement
02. Calm Like You
03. Black Plant
04. Gas Dance
05. Only The Truth
06. Separate And Ever Deadly
07. Hang The Cyst
08. I Want You (She's So Heavy)
09. My Mistakes Were Made For You
10. Paris Summer
11. In The Heat Of The Morning
12. I Don't Like You Anymore
13. The Chamber
14. The Time Has Come Again
15. The Meeting Place
16. Memories
17. Standing Next To Me

Bölüm 1
/ Bölüm 2
şifre: http://1251piloto.blogspot.com/

24 Şubat 2009 Salı

Kral Çıplak

Flying Dutchman'de gördüm ıskalamak olmazdı. Adamın vücut hala iyi. Müziği daha iyi tabii. (:

22 Şubat 2009 Pazar

Kötü Ev Sahibi

Öğrenci olmak zor iş. Şehir dışında hele de dalga geçtikleri gibi erkek öğrenci evinde yaşamak çok daha zor iş. Evet, ekşide de okuyabileceğiniz gibi öğrenci evi pis olur, icadı çok olur, tabi bir de geleni gideni çok olur. 6 yıldır öğrencilik hayatını ailesinden uzak geçiren biri olarak söyleyebilirim ki misafir playstationla gelmiyorsa çekilmez. Hele bir de iyi niyetinizi suistimal edip evi haftasonu kız arkadaşıyla otel olarak kullanan adam hiç çekilmez. Hele hele şehir dışından geldiyse, kız arkadaşıyla uzun süre görüşmediyse ve bütün haftasonu yapacakları işlere sizi de zorla götürüyorsa baygınlık getirir, işinizden gücünüzden alıkoyar.

Niyetim kimseyi afişe etmek değil, zaten anlatacağım adamı bu blogu okuyan kimse tanıyor değil. O yüzden rahat rahat içimi dökebilirim sevgili okuyucu sana. Düşün ki 2 kişi paylaştığın evde tek odan var, salon diye bir şey yok. Tek yatağın, bir de koltuğun var. Adam bir gün önce arıyor, eski hukuktan ve iyi niyetinizden geri çeviremiyorsunuz, iyi güzel. Cuma sabahı 6'da uyandırılmaktan pek hoşnut kalmasanız da misafirperver olmaya çalışıp sabahın köründe kendisinin ve kız arkadaşının bütün kaprislerini yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Bu çocuklar uzun süredir görüşmemiştir diyerek de 3-4 saat yalnız bırakıyor, dışarda meşgale yaratıyorsunuz.

Biraz da iyi niyet meselesi aslında sonucu bağlayan. 3 gün boyunca herşeyin iyi geçmesi için elinizden geleni yapsanız da, yatağı da gözden çıkarıp birlikte 2-3 gün uyumaları için koltukta yatsanız da insanoğlu doyumsuzluğunu gösteriyor elbette. Ev sahibi arkadaşınız odada uyumaya çalışırken ve size seslerinizden rahatsızlığını hissettirirken gecenin bir köründe bütün iyi niyeti kötüye kullanıp sevişir miydiniz siz olsanız diye sormak isterim.

Diyeceğim odur ki 3 gündür salak gibi istemediğim yerlerde geziyorum, uyuyorum, yaşıyorum. Blogumu özledim, postları özledim. 5 sonraki post da 200. post olacakken Muse'dan kötü ev sahiplerine gelsin: Host. (Kötü misafirler Hoşt olarak da görebilirler eheh)

18 Şubat 2009 Çarşamba

Muse: Kayıt Zamanı



15 Şubat 2009 Pazar

Bizkitler Sallayacak

Limp Bizkit kendi zamanının en büyük rapcore grubudur, bunu kimse inkar edemez sanırım. Three Dollar Bill, Yall$ ve Significant Other gibi hayvani albümlerden sonra Chocolate Starfish'le asıl patlamasını yaşayan grup bu başarının tadını genç pop yıldızlarına sataşarak, sarkarak çıkarmıştı. Wes Borland'ın gidişinden sonra tepetaklak düşüşe geçen grup elemanları kendi albümlerinden çok Rob Zombie'nin albümünde başarıyı yakaladılar.

Wes Borland'ın Marilyn Manson kadrosuna geçmesinden sonra sesleri pek çıkmayan gruptan yeni yeni sesler yükselmeye başlıyor. Wes Borland'ın kendi ağzından dinleyelim ve bu reunion'un hayırlara vesile olmasını dileyelim:

"We decided we were more disgusted and bored with the state of heavy popular music than we were with each other. Regardless of where our separate paths have taken us, we recognize there is a powerful and unique energy with this particular group of people we have not found anywhere else. This is why Limp Bizkit is back."

Fin Hamamı Sıcağı Ankara'daydı

Öncelikle Olmeca'yı tebrik etmek lazım. The Rasmus'u sömestre biterken böyle güzel bir zamanda hem de iki şehirde izleme fırsatı yarattıkları için. Ayrıca sorunsuz bir organizasyon hazırlayıp tekilanın fiyatını 5 TL'de tuttukları için. Rockncoke'da Masstival'de küçücük biralara dünya para veren bünyelere iyi gelen bir konser oldu muhakkak. Gerçi giriş fiyatı bi dünya, tekila ucuz olsa kaç yazar derseniz ortalığın çoluk çocuk kaynamaması açısından güzel oldu. Hardcore Rasmus fanları sahne önü biletleriyle rahat bir konser izlediler, arka taraf da eksik kalmadı, gayet coşkun bir seyirci vardı.

Rasmus'u sahnede ilk kez izleyen biri olarak performanslarından fazlasıyla memnun kaldığımı söyleyebilirim. Takır takır neredeyse hatasız çaldılar, albümde ne dinlediysek onu duyduk sahnede, baya takdir ettik. Neredeyse bütün hitlerini çaldılar, aralara da çoğunluğu son albümden olmak üzere şarkılar sıkıştırdılar. Lauri'nin seyirciyle iletişimi çok iyiydi, çok sağlam eğlendirdi kendisi. Sahneye dökülen birayı grup çalarken temizlemeye giren elemanı biraz garipsediler, basist arkadaş bu çok ilginç, sizin ülkenizde grup çalarken sahnede temizlik yapılabiliyor mu diye hafiften dokundurdu. Cihan'la birlikte arkadan her şarkı arasında Guilty diye bağırışımızı da tepkisiz bırakmadılar sağolsunlar, In The Shadows'dan sonra Lauri oralardan birileri bağırıo, onlar için gelsin şimdi, Guilty dedi, meğer herkes de biliyormuş baya bir gaz oldu şarkı.

Gecenin diğer akılda kalan tarafları, güzel Olmeca kızları, Lauri'nin giydiği garip tişört (askılının üstüne omuzları ve kollarını kapayan bir şey giymiş gibiydi, koltuk altları açıktı, garip dedim ya), yurtdışından gelen Rasmus fanları, (özellikle pantolon askımı çok beğenen İngiliz hatun -belki de değil ama İngiliz gibi geldi- abartıp arkadan çekti askılardan falan kafası çok sağlamdı), biste Lauri'nin akustiğiyle çaldığı Sail Away ve tabii ki In The Shadows'da yardıran seyirci helallikti. Son olarak bu konsere tabiri caizse beleşe girmemizi sağlayan İtüsözlük'e teşekkür eder, Saklıkent'e girmemizle (10:30 civarı) sahneye çıkan Rasmus'u tekrar beklediğimizi söylemek isterim. Zaten giderken memnun gittiler, tekrar gelicez tipinde açıklamalar yaptı Lauri. Güzeldi, kaçıranlar için üzüldüm..

13 Şubat 2009 Cuma

Iamx Geliyooor!

Hazır olun! 10 Nisan, Yeni Melek!

12 Şubat 2009 Perşembe

Aşk Şarkıları Volüm 777

Sevgililer Günü temalı haftamız devam ediyor. Oky'nin de gazı vermesiyle Sevgililer Günü playlisti yapayım dedim. Oky demişken Punkreas'ın 26 Aralık-10 Şubat arasında tanıttığı şarkıları toplu halde aynı sitede bulabilirsiniz, bu müthiş fırsatı es geçmeyin derim ben, sürprizler de devam edecekmiş tetikte olun. Playlisti yaparken ilk seçtiğim 20 şarkıyı çok bunalım bulup bir daha liste yaptım, bu sefer içime sindi, oldu dedim. Çoğunluğunu lise zamanımdaki aşk şarkılarından seçmekle birlikte içinizde bir şeyler uyandırabilirsem ne mutlu. İçinizdeki kelebeklerle kalın. (Ece Erken gibi oldum yemin ederim) Listemiz şöyle:

1) U2 - One
2) Jessica Riddle - Even Angels Fall
3) Unkle Bob - Put A Record On
4) Nick Cave & Kylie Minogue - Where The Wild Roses Grow
5) Ville Valo & Natalia Avelon - Summer Wine
6) The Dears - 22. The Death Of All The Romance
7) Jann Arden - Cherry Popsicle
8) Les Respectables - Amalgame
9) Elisa - Come Speak To Me
10) Goo Goo Dolls - Iris
11) LoneStar - Amazed
12) Vertical Horizon - Best I Ever Had (Grey Sky Morning)
13) Oasis - This Guy's In Love With You
14) Evan And Jaron - The Distance
15) Stereophonics - Nothing Compares 2 U
16) Savage Garden - Truly Madly Deeply
17) LeAnn Rimes - Can't Fight The Moonlight
18) Wham - Careless Whisper
19) Muse - Can't Take My Eyes Off You
20) Jason Wade - You Belong To Me
21) Mazzy Star - Fade Into You
22) Andy Yorke - One In A Million
23) The Cure - Lovesong
24) U2 - With or Without You

Sevgililer Günü Playlist Bölüm 1

Sevgililer Günü Playlist Bölüm 2


diceyin kendine şarkısı: A Song For The Lovers - Richard Ashcroft.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Sevgililer Günü İçin

Biraz erken bir sevgililer günü yazısı. İçimden koptu, ellerime döküldü. Umarım beğenirsiniz.
O şarkının varlığını dünyada en sevdiğim adamdan öğrendim. Hiç tanışmadığım halde aramızda bir bağ olduğunu düşündüğüm dünyanın en iyi şarkı yazarı Matt Bellamy sıradan bir röportajında duyduğu en güzel aşk şarkısının o şarkı olduğunu söylemişti. İlk dinlediğimde senin yazdıklarını okuyordum bir yandan ve bilmeden de olsa haklıymış Matt, dünyanın en güzel şarkısıymış dedim.

Bugün sensiz geçen 377. gün. (14 Şubat) Ekşi'nin en güzel entry'sinin o şarkı hakkında olması garip değil mi? Ya o yazı parçasının yıldönümünde senden son kez bir şeyler duymam? Sana son kez hislerimi söyleyip eldivenini elime geçirmem? Eğer biraz daha fazla yüzüm olsaydı, o şarkıdaki gibi her sevgililer gününde adresini bulup mavi güller yollardım sana. Ne kadar kaçarsan kaç bulurdum izini. Sen bana bütün sevgililer gününde hatırlayacağım bir şeyler bıraktın bile, ne yaparsam yapayım ayakkabımın içinden çıkarıp atamadağım çakıl taşları.

O yazının sahibini çok aradım ama ulaşamadım. Onun Tanrı olduğunu düşünüyorum. Ya da 7 yıl önce yine sen beni bıraktığında o entry'yi yazıp sonra aklımı sildirmiş olmalıyım, çünkü benimle aynı hisleri taşıyan biri olduğunu düşünmüyorum ne o şarkıya, ne de sana. Bunların seni kaybetmiş bir adam tarafından yazıldığını bildiğin için herhangi bir niyet taşımadığını biliyor olacaksın, belki de okumamış ve hikayeyi her zaman yaptığın gibi bana devretmiş olacaksın. Her şeyde anlam arıyorsun derdin hep. Bunların hiçbirini arayarak bulmadım. Bu yazının da bir anlamı yok bak, hepten yanılmışsın. Seni bir anlam için sevmiyorum. Yıldızların en güzel dizildiği zaman gelmiştin sen, en hüzünlü dizildikleri an kayıp gittin elimden. Bu şarkı yıldızlardı belki de, parçalar önümde dizilirken aklımı yitirdiğim bir anla birlikte tam parçası oldum şarkının. Belki de olduk.

Bunları hiç birini yüzüne karşı söyleyecek yüzüm yok. Giderken son kez söylediğin gibi belki de ben kötü bir adamım. Senin ışığınla parıl parıl parıldadım bir kez, sonra karanlığımı bile tamamen kaybettim. Kimsenin ne dediğine aldırmıyorum, şarkının yazarı gibi kendime deli dedirtmeye bile razıyım. Kiminle birlikte olursan ol Tom Waits sevgisi, Blue Valentines notaları sana daimi sevgililer günü hediyem olsun. Ve tabii tüm sevenlere. Nice sevgililer gününe...

10 Şubat 2009 Salı

Grammy'ler Hep Aynı

Bu haberi normal şartlar altında ödüller verildikten yarım saat sonra girerdim fakat kayıt dönemi erken yatıp erkenden okuldaki belki de son kayıdımı yapmak üzere Eskişehir'e gitmem nedeniyle izlememi engelledi. Bugün otobüste dönerken başkasının elindeki gazetenin birinin magazin eklerinde gözüme çarptı. Orada şöyle bir göz attım, tabii ki Türk gazetecisi işine gelen popüler kazananları sıralayıp gerisini sallamıştı, merak ettim tabii. Gerçi ben de kazanan listesinden hepsini koymayı planlamıyorum, müzik blogu olsa da bu müzik blogunu ilgilendirenlerini tercih edeceğim, yoksa sağdaki barı küçücük hale getirebilecek bir liste var Grammy kazananlarında.

Gecenin highlightlarını okuduğumda en hoşuma giden şey Blink 182'nun reunion'u offical olarak açıklaması oldu, o yüzden onların fotoğrafıyla süsledim. Tom'un burnunun sürtülmesi gerçekten güzel oldu, oh olsun, Travis'i seviyoruz! U2 da Get On Your Boots'u canlı çalmış, alta da onun videosunu ekledim. Kazananlardan bahsetmek gerekirse Amerikanlar yine John Mayer'i ödüle boğmuş her zamanki gibi. Bu sene Nickelback albüm yapmadığından rock ödülleri başka gruplara dağılabilmiş yoksa saçma Nickelback ambargosu yine iç bayardı, John Mayer'in yine baydığı gibi. Jason Mraz'ı bu sene es geçmeleri hele hele hiç yakışmamış. Amerikanlar U2 albüm yaptığında ödülsüz göndermedikleri gibi artık Coldplay'i de göndermeyeceklerini göstermişler, resmen ödül yığdırmışlar. Duffy'nin ödülsüz kalmamasına sevindim, In Rainbows'u zorlayacak bir rakip yokmuş listede, belki Modern Guilt, ama Sezarın hakkı Sezara. En iyi rock şarkısını Bruce Springsteen'in alması tamamen Amerikan olmasıyla alakalı, Kings Of Leon'a bi ödül verdik onu da boş göndermeyelim demiş olmalılar. Hoş KOL'un ödül almasına da çok sevindim. Metallica söke söke almış My Apocalypse ile. Benim şahsi favori gruplarımdan The Mars Volta da şu an hard rock taraflarında ne kadar rakipsiz olduğunu bir kez daha kanıtlamış, seviyorum bu herifleri, çılgın şeyler! Neyse listenin işimize gelen kısmı şöyle :)

Record of the Year
Chasing Pavements, Adele
Viva La Vida, Coldplay
Bleeding Love, Leona Lewis
Paper Planes, M.I.A.
Please Read the Letter, Robert Plant & Alison Krauss

Album of the Year
Viva La Vida or Death and All His Friends, Coldplay
Tha Carter III, Lil Wayne
Year of the Gentleman, Ne-Yo
Raising Sand, Robert Plant & Alison Krauss
In Rainbows, Radiohead

Song of the Year
American Boy, Estelle feat. Kanye West
Chasing Pavements, Adele
I’m Yours, Jason Mraz
Love Song, Sarah Bareilles
Viva La Vida, Coldplay

Best Male Pop Vocal Performance
Kid Rock, All Summer Long,
John Mayer, Say
Paul McCartney, That Was Me
Jason Mraz, I’m Yours
Ne-Yo, Closer
James Taylor, Wichita Lineman

Best Female Pop Vocal Performance
Adele, Chasing Pavements
Sara Bareilles, Love Song
Duffy, Mercy
Leona Lewis, Bleeding Love
Katy Perry, I Kissed a Girl
Pink, So What

Best New Artist
Adele
Duffy
Jonas Brothers
Lady Antebellum
Jazmine Sullivan

Best Pop Performance by a Duo or Group with Vocals
Coldplay, Viva La Vida
Eagles, Waiting in the Weeds
Gnarls Barkley, Going On
Maroon 5, Won’t Go Home Without You
One Republic, Apologize

Best Pop Collaboration with Vocals
Alicia Keys & John Mayer, Lesson Learned
Madonna, Justin Timberlake & Timbaland, Four Minutes
Robert Plant & Alison Krauss, Rich Woman
Rihanna & Maroon 5, If I Never See Your Face Again
Jordin Sparks & Chris Brown, No Air

Best Pop Vocal Album
Detours, Sheryl Crow
Rockferry, Duffy
Long Road Out Of Eden, Eagles
Spirit, Leona Lewis
Covers, James Taylor

Best Dance Recording
Harder Better Faster Stronger, Daft Punk
Ready for the Flow, Hot Chip
Just Dance, Lady Gaga & Colby O’Donis
Give It 2 Me, Madonna
Disturbia, Rihanna
Black & Gold, Sam Sparro

Best Electronic or Dance Album
New York City, Brazilian Girls
Alive 2007, Daft Punk
Bring Ya to the Brink, Cyndi Lauper
X, Kylie Minogue
Last Night, Moby
Robyn, Robyn

Best Traditional Pop Vocal Album
Still Unforgettable, Natalie Cole
The Sinatra Project, Michael Feinstein
Noël, Josh Groban
In The Swing Of Christmas, Barry Manilow
Rufus Does Judy At Carnegie Hall, Rufus Wainwright

Best Solo Rock Vocal Performance
John Mayer, Gravity
Paul McCartney, I Saw Her Standing There
Bruce Springsteen, Girls in Their Summer Clothes
Eddie Vedder, Rise
Neil Young, No Hidden Path

Best Metal Performance
DragonForce, Heroes Of Our Time
Judas Priest, Nostradamus
Metallica, My Apocalypse
Ministry, Under My Thumb
Slipknot, Psychosocial

Best Rock Performance by a Duo or Group with Vocals
AC/DC, Rock N Roll Train
Coldplay, Violet Hill
Eagles, Long Road Out of Eden
Kings of Leon, Sex on Fire
Radiohead, House of Cards

Best Hard Rock Performance
Disturbed, Inside The Fire
Judas Priest, Visions
The Mars Volta, Wax Simulacra
Mötley Crüe, Saints of Los Angeles
Rob Zombie, Lords of Salem

Best Rock Instrumental Performance
David Gilmour, Castellorizon
Metallica, Suicide & Redemption
Nine Inch Nails, 34 Ghosts I-IV
Rush, Hope (Live For The Art Of Peace)
Zappa Plays Zappa, Peaches En Regalia

Best Rock Song
Girls in Their Summer Clothes, Bruce Springsteen
House Of Cards, Radiohead
I Will Possess Your Heart, Death Cab For Cutie
Sex On Fire, Kings of Leon
Violet Hill, Coldplay

Best Rock Album
Viva La Vida Or Death And All His Friends, Coldplay
Rock N Roll Jesus, Kid Rock
Only By The Night, Kings of Leon
Death Magnetic, Metallica
Consolers Of The Lonely, The Raconteurs

Best Alternative Music Album
Modern Guilt, Beck
Narrow Stairs, Death Cab for Cutie
The Odd Couple, Gnarls Barkley
Evil Urges, My Morning Jacket
In Rainbows, Radiohead

9 Şubat 2009 Pazartesi

Korkunç Geçmiş, Boyband'ler

Geride bıraktığımız kötü bir dönem var. Etkileri hala az da olsa sürse de 90'ların sonlarında tavana vurmuş bu dönemin kahramanları boybandler. Çoğunlukla 4lü 5li, teen dönemini yeni tamamlamış ve aralarında mutlaka bir tane sarı saçlı olan gay kılıklı (zaten ismi boy değil mi) eleman barındıran bebeler (evet Ankaralı sayılırım) tarafından oluşturulan bu gruplar doğal seleksiyona uğrayıp ellerine birer gitar alıp Maroon 5 gibi grupları oluşturdular sonradan. Bazılarının elemanları ayrı ayrı projelere imza atıp kendilerini kurtarmış durumda, (bkz: Justin Timberlake) bazıları reunion (tekrar soğan) (böyle ada da varmış ne acaip) yapıp tutunmaya çalıştılar. Had geçmişi yad edelim. (Yazarken bu komik fotoğrafları bulunca baya yarıldım, girlband versiyonu da gelecektir)

Take That: Boyband'lerin babası denince akla gelecek 3 gruptan ilki Take That. O zamana kadar boyband denilen gaylikten haberi olmayan İngiliz insanlarını bu furyayla tanıştıran grubun en flash ismi tabii ki Robbie Williams'tı. Üstteki fotoğraftan da görebileceğiniz gibi sarı elemanları da bulunan grup çok lazımmış gibi 2006'da Robbob'suz tekrar toplandı. Başlıca şarkıları: Pray, Babe, Sure, tekrar toplandıktan sonra da Stardust'un güzel soundtrack'i Rule The World.


New Kids On The Block: İlk sıraya Take That koyduysam da herşeyin başlangıcı bu Amerikan bebeler. Sağlam bi sopayı hakediyorlar gerçekten. Bu grubun high profile elemanı Jordan Knight'dı. Solo albümüyle başarı da kazanan bu adam grubun geçen seneki reunionuna önayak oldu. Gereksiz bir bilgi de Mark Wahlberg'in (evet bildiğimiz Mark Wahlberg) grubun eski elemanı olması. Hatta şu an devam eden gruptan Donnie'nin kardeşi kendisi. Başlıca şarkıları: Be My Girl, Stop It Girl, Please Don't Go Girl, Cover Girl. (Bobi bize bişey mi anlatmaya çalışmış ne)

Boyzone: Boyband atalarının son grubu. İrlandalıların Take That'e yanıtı. (Böyle yanıt olmaz olsun) Ronan Keating gibi bir adamın bunların arasında ne işi var bilinmez. Ronan sarışın olup da boybandlerde aradan sıyrılan tek eleman olarak özel bir yere sahip. Reunion furyasına kapılan kapılan grup 2007'de tekrar toplandı. Başlıca şarkıları: Words, All That I Need, A Different Beat. Ayrıca Ronan'ın When You Say Nothing At All adlı şükela şarkısını da analım bu sayede.

Westlife: Sarı eleman yoğunluğu en yüksek gruplardan biri Westlife. En uzun ömürlü boybandlerden biri, günümüze kadar devam ediyorlar, bıkmamışlar. Brian McFadden adlı .mcık suratlı (terbiyesizliğim tuttu) arkadaşımız grubu bırakarak solo kariyer yapmış kendine, Westlife 4 kişi devam ederken yoluna o da evinde önce Atomic Kitten'dan Kerry Katona'yla çalışmış (!) sonra ondan boşanıp başka bir Avustralyalı pop yıldızı bulup nişanlanmış. Daha fazla bahsini yapmak istemiyorum. Başlıca şarkıları: Fool Again (Ne şarkıydı be), Against All Odds, Queen Of My Heart (bunun klibine şükela veriyorum).

Backstreet Boys: Bir dönemin de yıldızları bu arkadaşlardı. Larger Than Life'la patlayan şöhretleri yaşları ilerleyip g.tleri pörsüyünce gitgide azaldı. Grupta çok öne çıkan biri olmadı, sarı saçlı Nick Carter solo proje denedi ama pek ipleyen olmadı. Hala devam eden gruptan Kevin arkadaşımız ben çoluk çocuğa karışmak istiyorum diye 2006'da ayrıldı. Başlıca şarkıları: Show Me The Meaning Of Being Lonely, I Want It That Way, Larger Than Life.


N Sync: Backstreet Boys döneminin alternatif boyband'iydi N Sync. Lisede dalga geçme amacıyla N Sync olduğumuzu bilirim, bu amaçla Pop şarkısı hala ezberimdedir ne yazık ki, hoş güzel pop şarkısıydı, ddddirrty pop. Justin'in kendi yolunu çizmesi önceleri tepkiyle karşılansa da iyi kurtarmış kendini çocuk, JC de denedi ama başaramadı. Grup dağılmış durumda, Justin dışındakilerden bir reunion beklenir. Başlıca şarkıları: Pop, It's Gonna Be Me, Bye Bye Bye.

Blue: Irkçılık falan yapmak istemem ama zencili boyband kavramını yaratan grup Blue. Gay görünümlü arkadaşlar bir süre sonra sıkılıp hey, aramıza neden bir zenci almıyoruz, daha çok eğleniriz demiş olmalı. Sarı elemanları yine eksik değil tabii ki. 4 yılda teenage'lere 7 milyon satış yapıp 2005'te dağılan grubu hiç özlemiyorum, iyi ki dağıldınız. Başlıca şarkıları: All Rise, Fly By, One Love.

Diğer gruplardan:

Another Level tek şarkılık bir R&B boybandiydi. Freak Me adlı coverla ilgi çeken grup son olarak elemanlardan high profile'lı olanı Dane Bowers'ın Katie Price'la çıkan seks kasediyle gündeme geldi. 911 90'larda çok satan boybandlerden biriydi, 2000'de dağıldı, unutan kişi çok olmalı. 5ive Spice Girls'un yaratıcılarının üstünde durduğu bir gruptu, tutmadı dağıldı. East 17 90'larda Take That'e verilen tepkilerden biriydi, başarısız oldu, sonra E17 adıyla çıktılar yine tutmadı. Bir Kaç İyi Adam ülkemizin verdiği reaksiyondu, olmadı, bu ülkede de olmaz zaten tiplere baksana.

6 Şubat 2009 Cuma

Santogold'un Listesi

2008'in bombasıydı Santogold. Q'dan ve NME'den en iyi çıkış yapan ödülünü kapan bu çatlak kadın kendisine janr sınırlamadan inanılmaz bir albüme imza attı. Gerçek adı Santi White olan ablamızın müziğinin tanımı benim Iamx için geçenlerde yaptığım tanımı bile aşar, içinde yok yok. Elektronik, punk, pop, rock, r&b, indie, dans, ne bok derseniz diyin adına ya da aşın bunları ve müziğini takdir edin. Benim favorim You'll Find A Way, kesinlikle tavsiye ederim. Ablanın Pharell'in Converse albümü için Julian Casablancas adlı kızların gözdesi arkadaşı da yanına alarak yaptığı şarkıyı dinleyelim ve Santi'nin kendi playlist'ine bakalım, bakalım neler dinliyor.

My Drive Thru

5 Şubat 2009 Perşembe

The Rasmus İstanbul & Ankara Konserleri

Sıcak ülkenin sevdiği yabancılar adlı bir post yazmıştım geçen ay, o gruplara iki tane daha ekleyelim hemen, Helldorado ve The Rasmus. Hepimizin hayalindeki (hadi lan) gotik hatunların (sözlük bana gotik hatun bul allahsız) sevgilisi Ville Valo'nun memleketlisi Finlandiya'lı The Rasmus daha önce 50 Cent'li Rockncoke'a gelmişti. In The Shadows'la birlikte bir Türk diskosunda Athena'nın For Real'ından sonra en çok çalınan rock şarkısı ünvanı kazanan grubun solist Lauri'nin bülbül yuvası saçıyla da akıllarda kalması müzikleri hakkında verilebilecek tüyolardan. 45 TL olarak açıklanan biletleri beğenmiyorsanız gidin 70 TL'lik sahne önünden alın. Ya da www.olmecagoldennights.com'dan bilet kazanma şansınız var, hadi bakalım yine iyisiniz. Gecenin sürprizi de The Rasmus'un bir Türkçe şarkı seslendirecek olmasıymış, neden Müslüm Gürses'le düet yapmak gelmemiş akıllarına bilmem, ya da son zamanlarda tv'de gördüğüm Lauri saçlı arabesk rockçı kardeşimiz de olurmuş. Yürüyün.

Bir Muse Fan'ının Ağzından

(Okumaya başlarken bunu indirin de keyifli olsun)

Birlikte büyümekten hoşlandığım bazı gruplar var. Nasıl Beatles zamanında yaşayamadıysam, Queen'i zamanında anlayamadıysam, Doors ruhundan çakmıyorsam kendi zamanım için anılacak büyük grupları kaçırmamaya çalışmak elimden gelebilecek tek şey. 90ların sonlarında müzik denilen kutsal şeyin gerçekten farkına varan şahsım ne yazıktır Radiohead'in en büyük, en şaşalı albümünü kaçırdı. OK Computer taptığım 5 albümün arasına girebilecek kadar sevdiğim bir albüm olsa da Radiohead olgunluk çağında yakalayabildiğim bir grup oldu, onlar benim jenerasyonum için değil hayır, bunu insanlara kabul ettiremiyorum.

Şundan bahsediyorum; bir bireyin müziksel gelişimi belki çok küçükten şekillenir ama gerçekten kalıplaşmaya başladığı zaman birlikte olduğu, kendini kabul eden arkadaşlarıyla kendini yoğurduğu yaşlardır. 20'li yaşlarına kadar adam gibi müzik dinlemememiş bir birey üniversite arkadaşlarıyla kendi müzik kimliğini bulabilir pek ala bunların çok örneğini gördüm, Serdar Ortaç'la büyümüş beyin birden Metallica'ya geçince tanımlanamıyor tabi onu da yazmak lazım. Ama genelde beyinin aydınlanma çağı olan ergenlik çağı sonrası (oha yazı nereye gitti) kişi kendini geliştirip yakaladığı müzikle büyüyor ve o sıralar yakaladığı en fresh ve iyi şeye farklı bir sevgi duyuyor. Bu yüzden Radiohead OK Computer'ı yaptığı sıralarda ebelemece oynayan aptal çocuklar olarak kimse bana (benim yaşlarımdan tabi) Radiohead'i aşmış yüce varlıklar olarak tanımlamasın. Radiohead'in son 2 albümü çok ortalama rock albümleridir, abartan onu zamanında yakalayıp tapınan kişilerdir. Benim zamanımın büyük grupları Coldplay ve Muse'dur, ama farklı ve bana kişisel olarak değerli olan Muse'dur.
Bugüne kadar okuduğum Muse yazılarının çoğu Muse'un nereden geldiğini anlatmaya başlar, sonra Devon'un kapalı havasının Muse'un karanlık müziğini oluşturduğunu refere eder. Matt Bellamy'nin bütün bu röportajlardan falan neden çabuk sıkıldığını, bu kadar yalan uydurduğunu anlayabiliyor insan, o kadar klişe şeyler yazıyorlar ya da soruyorlar ki insan sürekli aynı cevapları vermekten kafayı sıyırabilir. O yüzden grupta bu soruları cevaplamakla yükümlü kişi genelde garibim Dom oluyor. Sorular sırasında da Matt dalga geçerse, şaklabanlık yaparsa ki bu rahatsız adam için çok olağan bir durum bu Dom da dağılıyor, sıkıysa topla sonra röportajı.

Aslında bütün olay Bellamy'nin sapkınlıklarıyla ilgili. Kendisi gibi rockstar babasının bulaşma müzik olaylarına demesine rağmen piyanoya erken yaştan bu kadar sarmasaydı, sonradan kendisinin söylediği gibi 94 Glastonbury'de Jeff Buckley'i izleyip onun gibi olmak için yanıp tutuşmasaydı bunların hiçbiri olmayacaktı. Doğuştan yetenekli bu adam, üniversite okumamasına rağmen okuduğu kitaplarla, sindirdiği teorilerle, yiyip bitirdiği sinema tarihiyle, şarkılarda, videolarda yaptığı referanslarla çağımızda hiç bilgisiz bir insanın bile ne kadar çok materyale ulaşabileceğinin, isterse kendisini ne kadar geliştirebileceğinin bir kanıtı.
Bellamy'nin müzik köklerine döndüğümüz zaman küçük yaşta kendi başına söktüğü piyano etkilerinin ağırlığını görüyoruz. 11 yaşında piyanoda hatasız çaldığı bir bölümü tube'de bulabilirsiniz. Küçükten başlayan ilgisi özellikle Rachmaninov sevgisine dönüşünce Matt'in yazdığı mükemmel piyano bölümlerinin kaynağını idrak etmiş oluyoruz. Citized Erased, Space Dementia, Butterflies and Hurricanes gibi şarkılarda Bellamy'nin bilinçaltında yatan Rachmaninov melodilerinin vücut bulduğuna bile rastlıyoruz zaman zaman. Bu bir yandan da Muse şarkılarında hissettiğiniz romantizm hissinin bir açıklayıcısı aslında.

Bellamy'nin Origin Of Symmetry'de Kaos Teorisi, Hyperspace, Absolution'da kıyamet teması, Black Holes'da uzay western karışımı imgeleri gibi incelediği birbirinden füturistik yolların sanatıyla birleşmesi, özellikle piyanoda vücut bulması onu Gustav Holst gibi müzik tarihinde ayrı bir yere konmasını sağlıyor. Şarkı sözlerinde batırdığı iğneler, zaman zaman yaptığı kara mizah onu mizah konusunda da garip, nevi şahsına münasır bir insan olarak kılıyor. Hiç bir şeyde bağımlı olmamaya duyduğu istek Manson'ın ona özel yaptırdığı gitarlara (Matt-O-Caster) kadar yansımış durumda.

Muse yazısından çok bir Bellamy yazısı oldu fakat bu gruptan Matt'i çıkardığınız zaman elinizde sadece iyi bir baterist ve basist kalıyor. Piyanosunun yanında kullandığı kendine has gitar tekniği ki bu konuda özellikle Jimi Hendrix'i örnek aldığını söyler hep ve yazdığı rifflerde de (ki Plug In Baby Total Guitar'da gelmiş geçmiş en iyi 8. riff ilan edilmiştir, aynı listede Knights of Cydonia ve Supermassive'i de bulmak mümkündür, buradan çok değerli Muse'dan nefret eden ülkemiz müzik yazarlarına selam edelim) bir frontman'den alınabilecek en yüksek verimi görmüş oluruz. Sonuç olarak Bellamy'li Muse, Gerrard'lı Liverpool'a benziyor, sonsuza kadar hatırlanacak büyük bir grup, büyük bir başarı, mükemmel şarkılar ve efsane Bellamy.

2 Şubat 2009 Pazartesi

The Raconteurs Live At Newcastle, 2006

Bir konuda bazı adamlar kötüdür, bazıları iyidir, bazıları çok iyidir, bazılar uzaydan gelmiş gibi durur. Örnek olarak Messi'yi alalım hemen. Önceki akşam Barselona'nın Santander deplasmanında oyuna girdi ve 10 dakikada 2 gol atarak takımını 1-0'dan galibiyete taşıdı. Attığı 2. golün bu büyük Katalan takımı için ayrı bir önemi var, lig tarihlerinde attıkları 5000. gol bu. Artık futbol dünyası Messi ve diğerleri diye ayırıyor futbolcuları, pek de haksız değiller. Küçücük bir adama bir oyunda cheat yapmışsınız gibi duruyor sahada yaptıkları.

Müzikte de, özellikle gitarda böyle tanımlayabileceğim şu zamanlarda bi Matt Bellamy, bi Jonny Greenwood, bi de Omar Rodriguez (varmış baya) hah bir de Jack White var. The White Stripes'ta gülyüzlü Meg White'la eleştirildikleri konu bas gitar eksikliğiydi. Sonra hikayeyi biliyorsunuz işte, Jack kişisi Brendon Benson'la takılırken ortaya Steady As She Goes ortaya çıkar, çok hoşlarına gider ve devam etmeye karar verirler. Yanlarına Greenhouse grubunun basçı ve davulcusunu da alarak süper kadroyu oluştururlar. Bu süper grup 4 senedir dünyayı fethetmekle meşgul, dünya da Jack White'ı bağrına basmaktan memnun, daha ilk albümlerinden bile bütün konserleri sold-out bir süper grup bu hikaye anlatıcıları. Son olarak 2008 Mayıs'ında Consolers Of The Lonely'yi yayınlayan grubun 2006 Newcastle konseri setlisti ve rapid linki şuralarda bir yerde.

01. Level
02. Intimate Secretary
03. Hands
04. Steady As She Goes
05. Together
06. A House Is Not A Motel
07. Store Bought Bones
08. Call It A Day
09. Yellow Sun
10. Broken Boy Soldiers
11. 5 On The 5
12. Blue Veins
13. Headin' For The Texas Border

indir

1 Şubat 2009 Pazar

Kuş Şarkıları

Kuş sesleriyle uyanmayı ne kadar özlediğimi anlatamam. Senelerdir yazları ailecek Erdek'e gittiğimizde kamplarda hoparlörlerden verilen kuş sesleri güne resmen tebessüm ederek başlamamı sağlar. İlk aşkını orada yaşamış birisi olarak o kuş seslerinin her sabah odamda olmasını isterim, ama yapacak bir şey yok.. Caddeden geçen arabaların kornaları, geçiş sesleriyle uyandırılmak şehirde yaşayan insanların makus talihi. İnsanların emekli olup da sakin, sessiz bir yere yerleşme arzusunun bir nedeni de kuş sesleriyle uyanmak değilse ben de bir şey bilmiyorum. Kuşlar hakkında yazılan şarkıları da şöyle bir düşündüm, sonra dinlemeye başladım ve neden olmasın dedim. İçinde kuş bulunan şarkılardan ve gruplardan bir demeti gelin paylaşalım, sonra uzaklara dalalım..

1- MGMT - Of Moons, Birds & Monsters
2- The Wallflowers - Baby Bird
3- Seabear - Summer Bird Diamond
4- Evan Rachel Wood - Blackbird
5- Babybird - Back Together
6- Beatles - And Your Bird Can Sing
7- Eels - I Like Birds
8- Eva Cassidy - Songbird
9- Nina Nastasia - Bird of Cuzco
10- The Doors - Bird Of Prey

indir