29 Ekim 2008 Çarşamba

Snow Patrol - A Hundred Million Suns

Blogda data kaybı sorunu devam ediyor. Son girilen yazılar anlaşılmaz bir şekilde siliniyor, buna bir çare de bulamıyorum. Bir fikri olan varsa tavsiyesini beklerim, blogger'la ilgili aynı sorunu yaşayan varsa paylaşsın lütfen. Blogun başka kontrolörü olmamasına rağmen birileri bu ulaşıma sahipse kullanılan ip'lerin alınması için ne yapmam gerektiğini de bilmek isterim.. Neyse bu konuda umarım bir çözüm bulacağım.

Anlattığın bir şeyi ikinci defa aynı heyecanla anlatmak ne kadar zorsa bir albüm yazısını aynı hislerle yazmak o kadar zor. Geçen defa yazdığımda ilk olarak İskoçya'nın güzelliklerinden bahsetmiştim, Glasgow'uyla, gaydasıyla, ekose eteğiyle, bağımsızlık hikayeleriyle, Celtic-Rangers derbisiyle ve en güzeli de al yanaklı, sempatik, güzel kızlarıyla nefis bir memleket. Celtic-Rangers derbisinin Snow Patrol'la pek ilgisi olmayabilir ama güzel kızlarının Gary Lightbody ve arkadaşlarının duygusal şarkılarının orijini olduğunu tahmin edebiliriz.

Snow Patrol bir çoğumuz için özel bir grup gerçekten. Hangimiz Chasing Cars dinleyip gerçek aşkı kovalamayı düşünmedi, Run dinleyerek kendini yerden yere vurmadı. Kendilerine özgü güzel sounduyla bu grup post-Coldplay yakıştırmalarını hiç mi hiç haketmiyor. Editors gibi post-Coldplay tanımını tam taşıyan bir grupla tek ortak noktaları vokallerinin kalınlığı olabilir.

Hakkında bahsettiğimiz 5. ve yeni albüm A Hundred Million Suns da üzerine bastığım unique Snow Patrol soundunu çok iyi taşıyor. Çok vurucu bir şarkı yok belki, aslında 1-2 şarkı şimdiden beni etkilemiş durumda, Engines, Disaster Button ve The Planets Bend Between Us özellikle ama şunu söyleyebilirim ki mükemmel şarkı yapmadan çok iyi albüm nasıl yapılır göstermişler beyefendiler. Keyifle dinleyiniz, bir de şarkı koyalım yine.

Snow Patrol - Disaster Button

28 Ekim 2008 Salı

Keane - Perfect Symmetry

Uzun bir yazı yazmıştım Keane hakkında aslında, takip edenler hatırlayacaktır. Sonra bilinmedik bir şekilde iki tane post silindi blogdan, tabii ki bu benim hatam kopyalarını almadığımdan dolayı. Tekrardan aynı şeyleri yazmak zor olacak fakat bu albümün yorumunun da bu blogda durmasını istediğimden dolayı bişeyler yazmak iyi olacak.

Önceki yazıda da belirttiğim gibi Perfect Symmetry Keane diskografisinin tam ortasında duruyor. Hopes and Fears hüznünün bir kısmını taşımakla birlikte Under The Iron Sea'nin de uçukluğunu üzerinde hissettiriyor. Hopes And Fears melodikliğini Under The Iron Sea'nin elektronik saflarında birleştiriyor.

Tom Chaplin'in uyuşturucu bağımlılığından kurtulmasından sonra ''yazdığım en iyi şarkılar'' demecini pek onaylamıyorum fakat saygı duyuyorum, ayık kafayla çok daha güzel şarkılar yazacağına eminim zamanla. Bu albümde de albümün adını taşıyan şarkının lokomotifliğinde Love Is The End, Spiralling, Lovers Are Losing gibi güzellikler var. Çıktığından beri fikrim hala değişmedi, 10 üzerinden 6,5'tan 7'likbu albüm, daha iyilerini vaadetmesi de ayrı bir güzelliği.

Keane - Perfect Symmetry

SUS!


Biri bana hangi yüzyılda yaşadığımızı söyleyebilir mi? Biri bana bu kendini bilmezlerin ne yapmaya çalıştıklarını bir mantığa dayanarak anlatabilir mi? Biri bana 21. yüzyılda şeriata doğru ilerleyen Türkiye'de nasıl hayatta kalacağımızı açıklayabilir mi? Biri bana...

Ümitsizim. Birlik olmalıyız.. Bugüne kadar yapamadığımız tek şey.
http://sansuresansur.org/gallery.asp

20 Ekim 2008 Pazartesi

Phonem by Miller 2008

Miller birayı pek sevmem. Bira demek 2-3 tane içince dünyayı mis gibi yapandır, kola içiyormuş gibi hissettiren değil. Onun için Miller'ı tercih ettiğim zamanlar genelde bütün gün oturup maç izleyeceğim zamanlardır. Üstüste 4 maç izleyecekseniz bir günde, her devre iki tane bile çaksanız sarhoş olamazsınız, maçın keyfini yaşarsınız.

Ama Miller hep böyle güzel gruplar getirecekse kırmızı Tuborg'umdan bi sürelik fedakarlık yapabilirim. İngilizlerin güzide rock gruplarından British Sea Power'ı, hem de Do You Like Rock Music? adlı güzel albümünü yeni yayınlamışken getirmek nefis bir iş. Norveçli internasyonel yıldız Annie'nin de pop severlere güzel dakikalar yaşatacağı kesin gibi, ülkemize dandik yarışma programlarına gelip konser vermeden giden Christina Aguilera'ya da ayrı bi selam çakalım buradan.

Benim için asıl yıldızsa Robots In Disguise olacak bu festivalde. Indie-pop, electroclash tarzının en önemli temsilcilerinden olan bu kızlar yaptıkları azgın müziği mükemmel sahne şovlarıyla desteklemekte. Prodüktör olarak (ayrıca Sue Denim'in de sevgilisi) Iamx olarak bilip taptığımız Chris Corner'la çalışan grup 5 Kasım'da Studio Live sahnesinde sevenlerini coşturacak. Ben de o azgın kalabalıkta yerimi almaya çalışacağım. Bir de track koyalım robot kızlardan, sonra coşalım.

Turn It Up - Robots In Disguise

18 Ekim 2008 Cumartesi

Incubus Live at New York City, 2002

Her Türk gencinin albümünü almayı düşünüp bi kere cd'sini eline alıp baktığı grup derdik lisedeyken Incubus için. O zamanlar cebimizdeki 3-5 lirayı 1-2 hafta idare edip kaset alırdık tabii, cd'si alınan gruplar ya çok özeldi hep o zamanlar, ya indirimdeydi cd'leri ya da Türkçe'ydi. Şimdiki liselilerin ceplerine ne kadar koyar aileleri bilmem ama o parayı cd, kaset almak için ayırdıklarını hiç sanmıyorum. Herkesin evinde artık modem, bilgisayar, bilgisayarın içinde bir-iki download programı, vs vs var artık. Sen albüm alıyor musun acaba onlara bu kadar serzenirken derseniz hala çok sevdiğim grupların cd'lerini, hatta bilen bilir plaklarını bile aldığımı, hatta yurtdışından getirttiğimi bile söyleyebilirim. Bir albüm inlay-card'ı incelemenin verdiği hazzı bir şeye benzetmem gerekirse Lost'un yeni bir bölümünün dosyasına tıklamak gibi anlatabilirim. Anlatamadım mı, peki. Incubus ortada bir grup oldu yani bizim için zamanında, diyeceğim odur.

Aslına bakınca doğru da bir tercih yapmışız gibi geliyor hala.. Incubus'un bugüne kadar hiç hardcore bi fanına rastlamadım, o da ayrı bir destekleyici bu konuyu. Bunun nedeni sanırım 1-2 nefis şarkı yapıp albümlerinin tamamını filler şarkılarla doldurmaları olabilir. Bugüne kadar baştan sona bir Incubus albümüne katlanabildiğimi hatırlamıyorum, ama çok sevdiğim şarkıları da var o da ayrı konu. Şimdi yayınladığım şarkılar ise Morning View dönemindeki şarkıların stüdyoda canlı çalınmış versiyonları. Keyfini çıkarınız.

Tracklist:
01. Program Start
02. Pardon Me
03. Stellar
04. Glass
05. Circles
06. The Warmth
07. Mexico
08. Drive
09. Warning
10. New Skin
11. Just A Phase
12. Nice To Know You
13. Wish You Were Here
14. End Credits

indir
megaupload'a giremiyorsan buradan da dene

The Killers - Human (Video)

17 Ekim 2008 Cuma

15 Ekim 2008 Çarşamba

İçeri



biridir karanlığın ağacındaki narda
yazar güzelliğini uzaklarda.

ilk kız çoban, dağlar ilk kız,
ben onu severken yalnızım, o beni severken yalnız.

ağzında çiçeği
açılmış kıpkırmızı ağzımdan içeceği.

işte ırmaklar akar onu en uzun,
yansımasıdır evrenin dönüşü, sevgide durduğumuzun.

anılarla oyuk yerleri bencileyin var,
nerelere giderse gitsin yıldızlar.

biridir, uyanır uyanmaz üzerine, erken miyim,
sevmiş miyim, severken miyim.

fazıl hüsnü dağlarca

13 Ekim 2008 Pazartesi

Overdose

Seks ve uyuşturucu. Ortak özellikleri rock'n'roll'un kankaları olmaları. Öyle kankalardır ki bunlar rock'n'roll'la, arkadan vurmayı çok severler. Gelmiş geçmiş en büyük rock'n'roll yıldızlarını bile utanmadan ölüme itmeyi kendilerine görev olarak bilmişlerdir. Freddie Mercury'nin zamanında uçkuruna sahip olmasını hangimiz istemezdik ki şimdi.. Gerçi onun zamanı için yapılacak çok şey yoktu kontrolsüz seks için; şimdi korunmayan aptallığına yansın.

Kimsenin donunun hesabını yapacak değiliz tabii ki burada. Hem sevmeyi ve sevişmeyi destekleyen bir insanım gönülden. (Spor ve sporcunun dostu) Ekşi sözlükte beni en çok yaran başlıklardan biri olan ''Ulusça seksi bırakalım rahat edelim kampanyası'' aslında seks konusunda kanayan yaramızla ilgili çok güzel alayını ediyor. Bunu ilerde daha uzun yazacağım tamam, şimdi konumuz başka.

Bugün okuduğum iki haber tetiklese de bu yazıyı aslında daha önceden de eklemeyi düşündüğüm sözlerdi bunlar bloga. Bugünkü haberlerdeki uyuşturucudan kayıbımız Marilyn Manson'ın ilk basçısı Brad Stewart, nam-ı diğer Gidget Gein. Ayrıca polis bu gece Babyshambles gitaristi Mick Whitnall'i de ortalık yerde crack kullandığı için gözaltına almış.

Seks 1 aldıysa bugüne kadar aramızdan rockstarları, uyuşturucu 1000 aldı. Janis Joplin, Jimi Hendrix gibi büyük ustaların yanı sıra görüldüğü üzere rock dünyasının yüzlerce kahramanını bu illete teslim ettik. Sıradaki isimleri tahmin etmek çok zor olmuyor aslında, arada unutulmuş rock yıldızları altın vuruşla bitirseler de kendilerini büyük yıldızlardan da kayanları tutmak kolay olmuyor. Amy Winehouse, Robbie Williams veya Pete Doherty yarın ölse hangimiz şaşıracak? Öyle hale gelmişler ki artık büyük dergilerle röportaj yaparken kullanmayı geçtim muhabire ikram etmeyi unutmuyorlar. Aklı başında, hali vakti yerinde insanlar olmaya çabalarken hepimiz, bu insanlar doğuştan aldıkları yetenekleriyle elde ettikleri dünya parayı kendilerini söndürmek için kullanmaktan çekinmiyorlar. Rol model oldukları gençlerin Türkiye'deki halleri bile ayrı bir yazı konusu, bugün bir Eskişehir'de evine narkotik operasyon düzenlense hayatları kayacak gençlerin sayısı bir değil on değil. Neyse fazla karıştırmayalım.

Ahlak polisliği yapmıyorum burada. İsteyen istediğini kullanır, kullanıyor zaten. Fakat ses rengine kurban olduğum Amy Winehouse'u büyük bir ihtimalle hiç izleyemeyecek olmam sinirlendiriyor beni. Sadece bu sinirlendirmiyor tabii, sahnede sigara içen Teoman'ı 'ooh çok cool' diye izleyen gençler tepemi attırıyor.. Boşaldım rahatladım, hadi bakalım.

10 Ekim 2008 Cuma

WSUN's 97x Green Room Acoustic Sessions: Volume 3 (2006-2007)

Sözümü unutmadım. 2 akustik albümden sonra 3. de yolda yazmıştım, biraz tembellik yaptım sonra ama unutmadım. Hatta unutmamak için masaüstünün üstünde duruyordu albümün kapağı. Şarkı listesi de burada duracak şimdi. İyi dinlemeler.

1. The Red Jumpsuit Apparatus - Face Down
2. Plain White T's - Hey There Delilah
3. Rise Against - Prayer of the Refugee
4. Shinedown - Fly From The Inside
5. Paramore - Misery Business
6. Brand New - The Quiet Things That No One Ever Knows
7. The Almost - Say This Sooner
8. Matisyahu - Aish Tamid
9. Say Anything - Alive With The Glory Of Love
10. +44 - 155
11. Less Than Jake - All My Bestfriends (Are Metalheads)
12. Rise Against - Who'll Stop The Rain?

indir

7 Ekim 2008 Salı

Q Awards sahiplerini buldu!


Q Ödüllerinin adaylarını daha önce açıklamıştım, tahminlerimi de yapmıştım. Benim beklentilerim bu sene Q tarafından oldukça sert eleştirilen Coldplay'in ödüllerde pek şansı olmayacağıydı. Fakat öyle olmadı. Oy veren jüriler ve netten oylayanlar, içinde epi topu 2 tane iyi şarkı bulunan Viva la Vida'yı yılın en iyi albümü seçmişler. İyiden iyiye overrated olmaya başladı Coldplay benim için, insanlar dünyanın en iyi act'i seçecek ne buluyorlar anlamak güç. Yeni EP'lerini albümün üstünden çok geçmeden çıkartacaklarmış, en iyi ihtimal bu sene sonunda, ondan da beklentimi alamazsam Coldplay için daha ağır konuşacağım. 

Ha bir de Santogold'a ayıp etmiş ödülcüler. Buyrun ödül listesini.

Best Breakthrough Act, Duffy
Best New Act, Last Shadow Puppets
Best Track, Keane for Spiralling
Best Video, Vampire Weekend for A Punk
Best Live Act, Kaiser Chiefs
Best Album, Coldplay for Viva La Vida or Death And All His Friends
Best Act Today, Coldplay
Classic, John Mellencamp
Classic Song, Meatloaf's Bat Out Of Hell
Inspiration, Cocteau Twins
Legend, Glen Campbell
Innovation, Massive Attack
Icon, Adam Ant
Idol, Grace Jones
Outstanding Contribution, David Gilmour

Arctic Monkeys Live At The Apollo

Blogu biraz boşladım mı ne.. :) Bobiler.örg'de anasayfaya çıkacak bir monte yapmam kıçımı kaldırdı herhalde ehehe. Şaka bi yana üzerimde baskı arttı, yeni monte yapamıyorum komik olmayacak diye. Müzik konusunda bu ara Çilekeş dinliyorum dışarıda yürürken, Katil Dans iyi geliyor. Onun dışında eski şeyler falan. J Smalls bir de. Şarkıları oldukça başarılı, albümleri de gelir inşallah. 

Arctic Monkeys de yakında Live At The Apollo isimli bir Dvd çıkarıyor. Pek kasmamışlar isim için eheh. Official websitelarından da Dvd'den bir şarkıyı bedavaya download'a açmışlar. Kaçırmamak istiyorsanız 10 Ekime kadar indirin. Yol buradan.

3 Ekim 2008 Cuma

Wall-e

Bu aralar hiç müzik yazasım yok, çok mu farkediliyor? :) 1-2 aydır beklediğim bir film Türkçe adıyla Vol.i.. Bayram arasında vakit geçirme kıspeti altında insanlara yedirerek gittim. Cihan'ın gitmemem için yoğun baskısı da pek sonuç vermedi. :)

Konu Pixar olunca beklentim artık hep uçmuş oluyor. Adamlar animasyonu öyle gerçeğe sığdırdılar ki film arasında yaşadığınız dünyayı renksiz bulmanız oldukça mümkün. Vol.i'de belki de bugüne kadar yaptıkları çok işin çok çok üstünde görüntü yönetmenliği vardı. (Ne çok 'çok' dedim. Bak hala!) Bazı filmler için sinemada izlenmesi gerekli sözleri ne kadar lüzumsuzsa benden naçizane tavsiye bu kadar uğraşılmış bir animasyonu mutlaka sinemada izleyin ve benim yaptığım gibi kardeşinizle gidip küfürsüz, masumane bir filmi rahatlıkla izleyin. Yanımdaki iki 6-7 yaşındaki sevimli canavarlar da oldukça keyif aldı bu filmden belirtmeden de geçmeyim.

Film yüzyıllar önce insanın teknolojisini geliştirip dünyadan kaçması sonunda dünyanın yapayalnız, kirli halini temizlemek için tek başına didinen sevimli kahramanımız vol.i'nin yaşadığı maceraları kou alıyor. Bir de 'Eve'imiz var tabi. İnsanlar aşık olur da robotlar olmaz mı? Dünya tatlısı bir film sonuç olarak. İzleyin derim, izletin derim, Kanal D'de kesilip yayınlanmasını beklemeyin. :)

Masumiyet Müzesi

Yine ağzıma sıçtın Orhan Pamuk. Evet, bu kadar patavatsız, küfürbaz, kendini bilmez bir söylemle giriyorum bu kitabın yorumuna. Orhan Pamuk kitaplarını -en sıkıcı olanını bile- zorlanmadan okuduğum için ne kadar sıkıcı bir üslubu var diyenlere baştan uçan kafayı atmak isterim. 7 yıldır yazdığı bu kitap elime geçtiğinde ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Zaten bi bok anlatamıyorum gördüğünüz gibi, konudan konuya. 

Anlatmak da istemiyorum pek. Böyle hüzünlü, alıp götürücü, odaklandırıcı bir kitap görmedim ben. İçim kan ağlayarak okudum her satırını, kendimde olmasını istedim her dakika, her saniye, olmayacağı bilinci içime yerleşmiş bir şekilde hem de, belki de bu yüzden daha fazla kazmıştır içimi, kanatmıştır aylar geçtikçe açılan yaralarımı. Kendimi gördüm belki de bazı noktalarında, geleceğimi gördüm onun huzursuz, yaşlı bir insan olarak öldüğünü öğrenince.. 

Tavsiyem bütün erkeklere.. Bu kitabı okumadığınız her an varlığınızın bir gıdım eksik olduğuna delalettir. Baba-oğul ilişkisi, ağabey-kardeş ilişkisi, anne-oğul ilişkilerinin en sıcak tarafları bir yanda, gerçek bir aşka nasıl tutulunur görün. Ezmeyin insanları aylarca, yıllarca bir şeyler umdukları için, delirmiş demeyin bir arkadaşınız deli gibi aşığım dediğinde.. 

Hem de onun gerçek aşk olduğuna inanıp bütün hayatından vazgeçiyorsa.. Karşıdakinin kiminle birlikte olup olmadığını önemsemeden -belki de önemseyerek aslında- tek başına iki insanın tüm kaderini değiştirebileceğini unutmayın..

''Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum..''